
6 Temmuz 2013 Cumartesi
Tesadüf

2 Temmuz 2013 Salı
Hikayenin bir yeri..

1 Temmuz 2013 Pazartesi
Sevi
Hadi bana şarkımı söyle diye mırıldandı kadın. Sesi de bedeni gibi cılızdı artık.. Adam kulağına eğilip : " Hiçkimsenin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktu, bütün güllerden derin, bir sesi var gözlerinin.." Kadın şarkıyı böldü, "Ölüyorum ben." dedi. Bunu hergün tekrarlıyordu adama: "Günaydın, seni seviyorum, teşekkür ederim, tatlı rüyalar kadar olağan kılmıştı bu cümlesini de.. Adam incitmekten korkttuğu kadına bu sefer sıkıca sarılıp: "Hayır..!" dedi hışımla ve şefkati devralan elleri kadının kar topunu andıran omuz başlarını sevdi ve tekrarladı: "Hayır !" Kadının acı gülüşü kırıldı gecenin karanlığında. Holden odaya akan ölü ışık gözlerine değdi adamın. Kadının saçsız başını öptü, öptü.. Yaşadıkları en tutkulu sevişmeydi bu. Beyaz çarşaflardan odaya yayılan lavanta kokusunu içlerine çektiler. Adam kadının anne olamayacak memelerine nefesini kattı, gözyaşlarının tuzunu öptü uzun süre. Perdeden odaya davetsizce sızan ayışığında saatlerce sarıldılar. Kuğu gibi uzun boynu, çocuk gülüşü ve narin bedeniyle dünyanın en güzel kadınıydı adamın nezdinde sevdiği kadın. Nefsini asla başka kadınlarla terbiye etmemiş, erdemle kadınını son anına uğurluyor, ellerinden kayıp giden sevgiliyi dingin bir isyanla son kez uyutuyordu kollarında. Biliyordu: ölüyordu kadın. Yaraları her yerini sarmış, içinden sarmıştı zehir bedenini. Bu sefer kadın kafasını göğsüne bastırdı adamın, güçsüz kollarını bedenine doladı. Yolculuğa az kalmıştı, o da biliyordu.. Bu bir veda seromonisi değil ibadetti. Tanrı'ya son kez şükrediyordu belki de.Yüzünü yüzüne çevirdi adamın ve ağzından içti varlığını huzurla.. Korkmuyordu, onu teselli etmekti tek isteği.. Adamın saçsız başını parmağıyla işaret koyarcasına küçük bir dokunuşla taçlandırdı kadın. Saçlarını hastalığına hediye etmişti, sevgilisi de eşlik etmişti ona nezaketle. . Kadın başını kaldırıp, tekrar "Ölüyorum ben.. ama mutlu" dedi dudaklarına uçucu bir öpücük kondurup, başını tekrar yasladı adamın göğsüne. "Yaşamın en büyük felaketi bu değil, nereye gittiğimi bilecek ve arkamdan gelmeyecek kadar asil bir aşık olacaksın, şimdi gözlerini kapat ve uykuma gel.. rüyamda sonsuz bir dünya sunacağım sana."dedi kadın. Adam sükunetle uydu kadına.. "Tatlı rüyalar sevgilim." dedi kadın ve sustu..ve uyudu..ve öldü..
Biterken fonda müzik yoktu..
Biterken fonda müzik yoktu..
29 Haziran 2013 Cumartesi
Ne ise halim..
Son zamanlarda halim pek vahim ! Gün gün gezip dolma yedikten sonra fallar baktıran teyzelere dönüştüm. Evet, fala inanıyorum, falsız da kalmıyorum, itiraf edeyim. Evime gelen herkese enfes Türk kahvesi, yanında bitter çikolata ikram etmek suretiyle bitirdiğim fincanı ters çevirip önlerine itiyorum emrivaki el hareketleriyle. "Hadi döktür bakalım." deyip bir de keyif sigarası yakıyorum. Sulu yaptığım kahvelerin, dilek tutmam akabinde tabağın arkasından hızlıca süzülen damlası dileğimin kabul olacağına işaret, gerçi hep aynı dileği tuttuğum için, telvesi bol kahvede "Dileğinin gerçekleşmesine zaman var gibi." yorumları pek fazla ciddiye almıyorum ki günde dört kez fal baktırma potansiyeline eriştim,birinde mutlaka dileğim tutuyor. Midemin halini siz düşünün. Kimi falcılarım usta hikayeci edasıyla öyle bir anlatıyorlar ki, zevkten dört köşe dinler buluyorum kendimi. Aceleci aceleci soruyorum, "Eee neler görüyorsun hadi anlat! O anki kurbanım başlıyor şöyle şeyler sıralamaya: " Aaa bak vallahi büyük balığın var kız, kısmettir bu, hiç beklemediğin birinden bir haber alacaksın, isminde falanca filanca harf olan biri çıkmış, sanki sıkıntılı, dur dur bi de sevinç gözyaşın var, dilek tuttun mu? çok hızlı olacak bak gör." ( sulu kahve mucizesi) Bunları anlatırken fincanın kenarındaki telveyi parmağıyla güzelce sıyırıp yiyeni de oluyor, heyecanla gözlerini fincana dikip son dakika telve şekline odaklanan da. Klasik kızlar buluşmasında da gözüme kestirdiğim kurbanın önüne sürüyorum fincanımı şirin şirin gülümseyerek. Başta "Aman ben ne anlarım faldan, iyi madem maksat muhabbet olsun." edasıyla fincanı açıp şaşırtıcı bilgiler sunanlar da olmuyor değil, o anlarda bir sigara daha yakıp ruhani dünyaya üflüyorum ki sorsan falın nasıl savsata bir zaman kaybı olduğu konusunda bir sürü iddialı cümle kurabilirim amaa hiiç sırası değil. Dedim ya halim pek vahim diye baştan. Neyse böyle fincanlarca kahve, bi ton laf kalabalığı fal ritüelime bugün en enteresanını ekledim. Olaylar şöyle gelişti: Dün bir arkadaşımda ikinci kahvemi gelen bir diğer hatuna baktırmak üzere içtim, kapattım. Hatun bilge bilge bi fincanı süzdü bi beni sonra :" Beklediğin bir görüşme gerçekleşecek, zamanın var ama, dur bakim kedi var, kedi düşmandır, kuşlar var haber alacaksın falan filan." diye sıraladı sonra :" Bak bi kadın var o gelmişini geçmişini sayıp döküyo." deyince gözlerim açıldı tabi, fal radarı olmuşum ya bi kere. "Ee gidelim madem o kadar iyiyse." diye atıldım. Sabahın köründe telefonumda on dakika sonra hazır olmam için atılan mesajı vardı hatunun. Apar topar kalkıp ilk bulduğum elbiseyi geçirdim üstüme, saçlarımı gelişigüzel topladım, yedi dakika sonra kapıdaydım. Hayatın sırrını verecekler sanki bana, artık nasıl bi işleyişe geçtiyse beynim ! Kendi haline bıraktım zira kendisi bedenin yönetim kurulu, bırakmayıp ne yapacaksam. Dışarda fena bir sıcak, dev bir fön makinesi çalışıyor adeta. Bindik arabaya, klima yok ! Şehrin ücra bir semtine yola koyulduk, çantamda çoktan kaynar kıvama gelen sudan medet umuyorum ama ne fayda, terden pişe pişe ilerliyoruz, nereye gidiyorum ki böyle ? Yok, zaten benim devreler yanmıştı, üstüne de güneş ! Gide gide ara sokakta bir dükkanın önünde durduk. Elbisem üstüme, saçlarım enseme yapışmış şekilde arabadan söküp aldım kendimi. Reklam tanıtım ofisi görünümlü, arka odasında mumlar yanan basık bir yere girdik. Bilgisayar başında yaşlı bir adam, ağzında sigara..kafasını kaldırıp bakmıyor bile bize. Etrafa baka baka, biraz ürkek giriyorum odaya. Bizim hatun müdavim olduğu için pek rahat. Deri koltuğa ilişiyorum, ha düştüm ha düşeceğim. Sehpa eski gazeteler, broşürlerle dolu. Duvarda, girişteki yaşlı adamın gençlik fotoğrafı hınzırca yüzüme sırıtıyor. Tam o esnada küt saçlı, orta yaşın üstündeki falcı kadın giriyor içeri, ikimizi de kendine çekip şap şup öpüyor, daha bir afallıyorum. Kendimi yasadışı işlerin döndüğü bir yere atılmış gibi hissediyorum, "Aman kızım" ile başlayan ebeveyn cümleleri geliyor aklıma şu yaşta. Çantamdan sigara paketimi çıkarıp yakıyorum bir tane. Kadın karşımıza oturup elindeki peçeteyle ensesini, boynunu silerken, hal hatır soruyor yapay gülüşler eşliğinde. Derken kahvelerimiz geliyor, nasıl kötü ! Şekeri kahvenin içine değil, kahveyi şekerin içine atmış sanki. Zar zor içip, "Ne ise halim çıksın falim" ustalığıyla çeviriyorum fincanı. Zamanım geliyor, kadın yine aynı yapay gülüşle içeri buyur ediyor beni, sandalyeye yöneliyorum. Diğerine oturmamı söylüyor kibarca. İçeride yanan mumlar ve önümde bir defter.. Not alabilirmişim. Ben deftere bakarken "Fotoğrafı var mı?" diyor. "Kimin?" diyorum şaşırıp. "Hakkında soru soracağın kişinin."diye yanıtlıyor. "Yoo" diyorum. Biriyle ilgili soruşturmaya geldiğime, kendince bu kadar emin olması komiğime gidiyor. "Olsuun, gördüğümüz kadarıyla artık." diyor. Yanıtlamıyorum. Başlıyor anlatmaya, bir yandan esniyor. "Ağırlık var sende, nazar bu nazar." diyor ağzını eliyle kapatırken. Ne kadar da şanssızmışım, işlerim hep bozuluyormuş, aslında ne kadar da iyi bir insanmışım falan filan. Sonra elime kalemi tutuşturup "Yaz" emri veriyor. Birkaç harf söylüyor, onlardan iyi haberler alacakmışım. Bir adamı uzun uzun tarifleyip, üç harf daha yazdırıyor ve " İsminde bu harflerin hangileri var?" diyor. "Hepsi.." diyorum kendim bile sesimi zor duyarak. Bu halimden cesaret alarak anlatıyor da anlatıyor.Tarihler veriyor, şu zaman şu olacakmış, hep çıkarmış dedikleri, görecekmişim ben de, zamanında şunlar bunlar olmuşmuş, muş da muş.. Yer yer başım dönüyor, aç karnına içtiğim şekerli kahvemsi şey, sıcak ve kadının rahatsız edici ses tonundan olsa gerek. Şehir isimleri sıralıyor, işle ilgili kapım sonuna kadar açıkmış, denizaşırı bir yerden, bir kadınla görüşecekmişim, aslında nazardanmış hep bu sıkıntılar diye anlatırken kadın, Ben sıcaktan sersemleşmiş, sineği takip etmeye başlıyorum, hala anlatıyor. Hayatımda olanı biteni sanki üstüme kamera yerleştirmiş de bunca zaman beni izlemişcesine bir bir döküyor, tuhaf bir rahatsızlık duyuyorum.Biran önce sussa da gitsem derken, kasap önlerinde asılı, zevksiz sinekliklerden astığı kapısının önünde kadına para verirken buluyorum kendimi, hem böyle işkence çek, hem para ver bi de üstüne. Susması için verdiğimi düşündüğüm parada aklım kalmıyor. Öğlen güneşinin kavuruculuğu eşliğinde uzun yolu geri dönüyoruz, hatun güle oynaya anlatıyor falcının marifetlerini, nasıl bildiğini. Yarıya kadar açık camı tamamen indirip kafamı dışarıya çıkarıyorum, az da olsa nefes alabilmek için. Midem bulanıyor. Eve geldiğimde mutfakta oturan annem ve misafirlerine kapıdan selam verip odama kaçacakken annem: "Gel gel sen de bi kahve iç, Neriman Teyze'n sana da fal baksın." diyor neşeli bir sesle. " Yok teşekkür ederim, inanmam ki hem fala filan." diyorum. İnanmaz gözlerle bakıyor annem, hala gülümseyerek. Bir müddet fincanı yıkadıktan sonra bile tezgaha ters koymamaya karar veriyorum. Soğuk bir su alıp odama geçiyorum. Radyoyu açıp "sıradaki şarkı benim olsun." falı kapatıyorum bir güzel. Şarkıya eşlik ederek balkonumdaki çiçekleri suluyorum. Papatya değil korkmayın, sardunya sardunya !
10 Haziran 2013 Pazartesi
Hikayenin başı...

9 Haziran 2013 Pazar
günün sonu.
Sıkıcı bir baş ağrısıyla yarenlik ettiğimiz günün sonunda, külçe gibi düşüveriyor bedenim koltuğa.. öylece.. Kulağımda kadife sesli adamın tınısında sevişen notalar, sesi açıyor, ışığı kapatıyorum. Ne zamandır iç sesimi susturuşuma inat, müziğin sesini dolduruyorum odama. Açmıyorum gözlerimi, uyuyor numarası yapıyorum kendime.. Sessizliğin huzuruna uzanıyorum, ellerimi üşütüyor sükunatin soğuğu.. Dakikalarca kalıyorum öyle.. Sonra nedensiz doğruluyorum, kalkıp yazmaya başlıyorum, gelişigüzel, çalakalem.. İçimden boşalıp gidiyor noktalar, virgüller, ünlemler..Olup biten sadece bu.. Sözcüklere gelince sıra, aceleci bir edayla umarsız yazıyorum ve nokta.. Hırsımın aklımı esir aldığı zamanlardaysa ünlem.. ! Sonunu bilmediğim cümlelerse üç noktayla bakıyorlar kağıttan yüzüme.. Anlatmak istediğim onca şeye karşın hiçbir sırrımı ele vermiyorum, "_mış,
_ muş" gibi yapıp üstünkörü anlatıyorum aslında. Söyleyemediklerim tortulaşıyor dilimde, küllükte biriken izmaritlerin kokusu yakıyor genzimi.. Dolaptaki şarabı yaren edip devam ediyorum yazmaya, susamış gibi, günlerdir nefessiz kalmış gibi telaşla, iştahla yazıyorum. İçimden akıp kağıda dökülen her bir kelimemi düşmüşlerse, düzeltiyorum kimi zamanda deviriyorum fütursuzca . İlk defa anlatmak istediklerimi anlatamıyorum,sancılanıyor ruhum. Kendimden saklamaya çalıştığım herneyse söküp almanın hırsıyla yazdıkça ben, kuytu köşelere saklanıyor duygularım. Kendimi duyamıyorum. Bir yabancıya söylenen, anlaşılır yalanları kendime sıralıyorum şimdi ve deşifre edemediğim her cümle şarabın mayhoşluğuna karışıp, zihnimi bulandırmaya başlıyor. Hışımla son veriyorum yazmaya, bu bir durma eyleminden ziyade vücuduma dalga dalga yayılan bir isyana dönüşüyor.Hesaplaşmaya hazırlanıyorum kendimle fakat yeniliyorum, öğrenemiyorum yine..Son kadeh şarabımı içip, zihnimden uzak bir uykuya çıkmaya karar veriyorum. Kollarımla kendimi sarıp, bir ninniye eşlik edercesine sallanıyorum yorganın altında ve sonra yorgun düşürüyor beni, soru işaretlerime noktayla cevap veremediğim her cümle. Anlatamadığım onca şeyin kelime kalabalığından ibaret geride bırakıyorum yazdıklarımı, kapatıyorum defteri ve zihnimin tozlu raflarına kaldırıyorum bir daha açmamak üzere..
"Old and wise" çalıyordu fonda..
_ muş" gibi yapıp üstünkörü anlatıyorum aslında. Söyleyemediklerim tortulaşıyor dilimde, küllükte biriken izmaritlerin kokusu yakıyor genzimi.. Dolaptaki şarabı yaren edip devam ediyorum yazmaya, susamış gibi, günlerdir nefessiz kalmış gibi telaşla, iştahla yazıyorum. İçimden akıp kağıda dökülen her bir kelimemi düşmüşlerse, düzeltiyorum kimi zamanda deviriyorum fütursuzca . İlk defa anlatmak istediklerimi anlatamıyorum,sancılanıyor ruhum. Kendimden saklamaya çalıştığım herneyse söküp almanın hırsıyla yazdıkça ben, kuytu köşelere saklanıyor duygularım. Kendimi duyamıyorum. Bir yabancıya söylenen, anlaşılır yalanları kendime sıralıyorum şimdi ve deşifre edemediğim her cümle şarabın mayhoşluğuna karışıp, zihnimi bulandırmaya başlıyor. Hışımla son veriyorum yazmaya, bu bir durma eyleminden ziyade vücuduma dalga dalga yayılan bir isyana dönüşüyor.Hesaplaşmaya hazırlanıyorum kendimle fakat yeniliyorum, öğrenemiyorum yine..Son kadeh şarabımı içip, zihnimden uzak bir uykuya çıkmaya karar veriyorum. Kollarımla kendimi sarıp, bir ninniye eşlik edercesine sallanıyorum yorganın altında ve sonra yorgun düşürüyor beni, soru işaretlerime noktayla cevap veremediğim her cümle. Anlatamadığım onca şeyin kelime kalabalığından ibaret geride bırakıyorum yazdıklarımı, kapatıyorum defteri ve zihnimin tozlu raflarına kaldırıyorum bir daha açmamak üzere..
"Old and wise" çalıyordu fonda..
8 Haziran 2013 Cumartesi
Hikayenin ortası...

Yeni

22 Nisan 2013 Pazartesi
son
_ Çok mu içtin sen?
_ Bikaç bira işte..
_ Sayabildiklerin mi bunlar ?
_ Rahat bırak beni !
_ Gelsene sen, ağladın mı bak bana ?
_ Hayır.. soğuktan yaşardı gözlerim. Hem sen kendi işine baksana !
_ Saatin de farkında değilsin belli..!
_ Farkındayım ya da değilim !
_ Neyin peşindesin sen? Yoruyorsun beni !
_ Gidiyorum zaten..!
_ Saçmalama, nereye ? Hem de bu saatte.. Biraz abartmıyor musun? Buraya gel !
_ Rahat bırak beni !
_ Ne halin varsa gör !
Onu son görüşümdü bu.. Sevdiğim adamın en uzağıydı olmak istediğim yer.. Geç bile kalınmıştı bu veda için. Günden güne yıkmıştı tüm kalelerimi ve bunu öyle ustalıkla yapmıştı ki, parmaklarına iplerini doladığı, kalbi onun için atan bir kuklaya dönüşmüştüm fark etmeden Kapıda kolumu çekiştirirken, vahşi bir hayvanın soluk alıp verişinden ibaretti bana öfkesi. Kedi gibi sokulmamış, bu sefer tırnaklarımı çıkartmıştım ona.. Nafile bir çabayla sarılmaya çalıştı , beklenmeyen bir güçle ittim onu, düştü. Beni hayatında ilk kez görüyormuş gibi baktı yüzüme. Kapıyı hızla çarpttım, geceyi böldü gidişimin gürültüsü. Gözyaşlarım yanaklarımdan göğsüme inerken, koşar adım indim merdivenleri. Caddeye kadar koştum soluk soluğa.. Sabaha karşıydı, caddeden bi taksiye bindim. Adam Karadenizli'ydi belli, karekteristik bir burun, meraklı gözler.. Aslı'yı aradım, Cihangir'e gidecektik. Ben arka koltukta sessizce ağlarken, aynadan ara ara bakan şoför, peçete uzattı, mırıltıyla teşekkür ettim. Aslı kapıda uykulu ve şaşkın yüzüme bakıyordu. "Konuşmayalım nolur." dedim, sustuk. İlk bulduğum koltuğa bıraktım kendimi. Elindeki acı kahveyi önüme koyup, karşıma oturdu. "Anlat bakalım." dedi. "Bakmayalım" dedim eğreti bi gülüş asıldı dudağımın kenarına. "Çok komiksin, kelime oyunu yapma, noldu kızım, ne bu halin ?" dedi doğrulup. "Bir şey yok." dedim. " Bi s.ktir git, çocuk mu var senin karşında? Hem bi şey yoksa sabaha karşı, bira kokuları, ağlamış gözler eşliğinde geyik yapmaya mı geldin buraya? Kalk bi duş al, aptala dönmüşsün sen !" diye temiz bir azarladı beni. "Terk ettim onu." dedim ve irkildim, söze dökülmüş hali kaynar su etkisi yarattı bedenimde.. Hışımla kalkıp sigaraya uzandı. " Böyle olacağı belliydi zaten, adam paşa torunu sanki, tüm dizginleri verdin eline tabi, al seni tepti, iyi oldu sana.. yoo laf dinlemezsin sen zaten ! Aşkmış hadi ordan, yerim öyle aşkı be !" Gülümsedim, gülmeye başladım sonra kahkalarla güldüm dakikalarca. Panikle yüzüme baktı, sigarası elinde, külü düştü düşecek.. "Sen iyce delirdin var ya !" diye bağırdı bi anda. Sustum.. Şefkatle "Noldu peki?" dedi. "Kavga ettik, olacağı buydu haklısın.. Bencil herif işte ! İşine nasıl gelirse öyle, ben artık konu mankeniydim zaten bu ilişkide, paşamız ne derse o !" dedim ve bunları o kadar hızlı söyledim ki, nefesimi düzenleyemedim o an. "Senin yüzünden kızım!" dedi, bu sefer rahat bi edayla yüzüme bakıyordu. "Seni akıllı bi kadın sanırdım ben hep ama yok sen süzme salaksın, hiç ağlama şimdi karşımda" dedi sesinin tonu sertleşmişti.. "Gelmiş bir de mağduru oynuyosun, bana baksana sen bu kaçıncı ha ? anlasana adamın sana zerre saygısı yok, ki sevgisi olduğuna da başından beri emin değilim ya, ihanetlerine karşı üç maymun hep başarıyla sahnedeydi, affeden aşık kadın, yo aptal kadın demek daha doğru olur" dedi. Suçlu çocuk gibi yere bakıyordum ki telefonun sesine uyandım. Oydu arayan.Kapattım telefonu. Dalgacı bir edayla " Seninki şimdi iki bira içmiştir, birazdan da kapıya dayanır, sen de tıpış tıpış gidersin onunla, amaan aynı hikaye işte." dedi sigarasından nefes çekerken. "Bu sefer gerçekten bitti, dönmem." dedim. Yine o dalgacı ifadeyle kafasını salladı, inanmadı. Kekeledim:" yo yo gerçekten bitti, ben kararımı verdim, zaten taşınıyorum, işten çıkarıldım bugün. Beyimize sorsan bu bile benim hatam ! Yok ama bu sefer son! " dedim tok bir sesle. Şaşırmıştı : " Bugün mü çıkarttılar? Ha sen o yüzden bakmadın tabi telefonlarıma, naptın gidip içip kendine mi acıdın? Sonra da kavga ettiniz ve tam acıların kadını oldun. Şu saçları gözüne düşürsen Bergen'in modern taklidi olursun, aferin sana." dedi, güldük. Mutfağa gidip iki bira getirdi, yanıma oturdu, omzumu sarsıp "hey kendine gel be gamlı baykuş" deyip sarıldı bana. "Seni ararsa burda yokum." tamam mı ? "dedim onay bekleyerek. "Tamam tamam bişi söylemem ama sen de kendine gel biraz." dedi. Kalkıp yüzümü yıkadım, aynada kendime baktım uzun uzun.. Arkamdan "Ne halin varsa gör." diye bağırışı çınladı kulaklarımda.. Bundan sonra öyle yapacaktım, ne halim varsa "gör"ecektim, böyle kör bakmayacaktım hayata. Aynadaki aksime göz kırpıp salona döndüm, kuş gibi hafiflemiş, kendime gelmiştim..
Fonda 3 doors / here without you çalıyordu.
_ Bikaç bira işte..
_ Sayabildiklerin mi bunlar ?
_ Rahat bırak beni !
_ Gelsene sen, ağladın mı bak bana ?
_ Hayır.. soğuktan yaşardı gözlerim. Hem sen kendi işine baksana !
_ Saatin de farkında değilsin belli..!
_ Farkındayım ya da değilim !
_ Neyin peşindesin sen? Yoruyorsun beni !
_ Gidiyorum zaten..!
_ Saçmalama, nereye ? Hem de bu saatte.. Biraz abartmıyor musun? Buraya gel !
_ Rahat bırak beni !
_ Ne halin varsa gör !
Onu son görüşümdü bu.. Sevdiğim adamın en uzağıydı olmak istediğim yer.. Geç bile kalınmıştı bu veda için. Günden güne yıkmıştı tüm kalelerimi ve bunu öyle ustalıkla yapmıştı ki, parmaklarına iplerini doladığı, kalbi onun için atan bir kuklaya dönüşmüştüm fark etmeden Kapıda kolumu çekiştirirken, vahşi bir hayvanın soluk alıp verişinden ibaretti bana öfkesi. Kedi gibi sokulmamış, bu sefer tırnaklarımı çıkartmıştım ona.. Nafile bir çabayla sarılmaya çalıştı , beklenmeyen bir güçle ittim onu, düştü. Beni hayatında ilk kez görüyormuş gibi baktı yüzüme. Kapıyı hızla çarpttım, geceyi böldü gidişimin gürültüsü. Gözyaşlarım yanaklarımdan göğsüme inerken, koşar adım indim merdivenleri. Caddeye kadar koştum soluk soluğa.. Sabaha karşıydı, caddeden bi taksiye bindim. Adam Karadenizli'ydi belli, karekteristik bir burun, meraklı gözler.. Aslı'yı aradım, Cihangir'e gidecektik. Ben arka koltukta sessizce ağlarken, aynadan ara ara bakan şoför, peçete uzattı, mırıltıyla teşekkür ettim. Aslı kapıda uykulu ve şaşkın yüzüme bakıyordu. "Konuşmayalım nolur." dedim, sustuk. İlk bulduğum koltuğa bıraktım kendimi. Elindeki acı kahveyi önüme koyup, karşıma oturdu. "Anlat bakalım." dedi. "Bakmayalım" dedim eğreti bi gülüş asıldı dudağımın kenarına. "Çok komiksin, kelime oyunu yapma, noldu kızım, ne bu halin ?" dedi doğrulup. "Bir şey yok." dedim. " Bi s.ktir git, çocuk mu var senin karşında? Hem bi şey yoksa sabaha karşı, bira kokuları, ağlamış gözler eşliğinde geyik yapmaya mı geldin buraya? Kalk bi duş al, aptala dönmüşsün sen !" diye temiz bir azarladı beni. "Terk ettim onu." dedim ve irkildim, söze dökülmüş hali kaynar su etkisi yarattı bedenimde.. Hışımla kalkıp sigaraya uzandı. " Böyle olacağı belliydi zaten, adam paşa torunu sanki, tüm dizginleri verdin eline tabi, al seni tepti, iyi oldu sana.. yoo laf dinlemezsin sen zaten ! Aşkmış hadi ordan, yerim öyle aşkı be !" Gülümsedim, gülmeye başladım sonra kahkalarla güldüm dakikalarca. Panikle yüzüme baktı, sigarası elinde, külü düştü düşecek.. "Sen iyce delirdin var ya !" diye bağırdı bi anda. Sustum.. Şefkatle "Noldu peki?" dedi. "Kavga ettik, olacağı buydu haklısın.. Bencil herif işte ! İşine nasıl gelirse öyle, ben artık konu mankeniydim zaten bu ilişkide, paşamız ne derse o !" dedim ve bunları o kadar hızlı söyledim ki, nefesimi düzenleyemedim o an. "Senin yüzünden kızım!" dedi, bu sefer rahat bi edayla yüzüme bakıyordu. "Seni akıllı bi kadın sanırdım ben hep ama yok sen süzme salaksın, hiç ağlama şimdi karşımda" dedi sesinin tonu sertleşmişti.. "Gelmiş bir de mağduru oynuyosun, bana baksana sen bu kaçıncı ha ? anlasana adamın sana zerre saygısı yok, ki sevgisi olduğuna da başından beri emin değilim ya, ihanetlerine karşı üç maymun hep başarıyla sahnedeydi, affeden aşık kadın, yo aptal kadın demek daha doğru olur" dedi. Suçlu çocuk gibi yere bakıyordum ki telefonun sesine uyandım. Oydu arayan.Kapattım telefonu. Dalgacı bir edayla " Seninki şimdi iki bira içmiştir, birazdan da kapıya dayanır, sen de tıpış tıpış gidersin onunla, amaan aynı hikaye işte." dedi sigarasından nefes çekerken. "Bu sefer gerçekten bitti, dönmem." dedim. Yine o dalgacı ifadeyle kafasını salladı, inanmadı. Kekeledim:" yo yo gerçekten bitti, ben kararımı verdim, zaten taşınıyorum, işten çıkarıldım bugün. Beyimize sorsan bu bile benim hatam ! Yok ama bu sefer son! " dedim tok bir sesle. Şaşırmıştı : " Bugün mü çıkarttılar? Ha sen o yüzden bakmadın tabi telefonlarıma, naptın gidip içip kendine mi acıdın? Sonra da kavga ettiniz ve tam acıların kadını oldun. Şu saçları gözüne düşürsen Bergen'in modern taklidi olursun, aferin sana." dedi, güldük. Mutfağa gidip iki bira getirdi, yanıma oturdu, omzumu sarsıp "hey kendine gel be gamlı baykuş" deyip sarıldı bana. "Seni ararsa burda yokum." tamam mı ? "dedim onay bekleyerek. "Tamam tamam bişi söylemem ama sen de kendine gel biraz." dedi. Kalkıp yüzümü yıkadım, aynada kendime baktım uzun uzun.. Arkamdan "Ne halin varsa gör." diye bağırışı çınladı kulaklarımda.. Bundan sonra öyle yapacaktım, ne halim varsa "gör"ecektim, böyle kör bakmayacaktım hayata. Aynadaki aksime göz kırpıp salona döndüm, kuş gibi hafiflemiş, kendime gelmiştim..
Fonda 3 doors / here without you çalıyordu.
12 Nisan 2013 Cuma
Çocuk..
Şimdilerde 30'una adım adım giden bir yetişkin gözüyle sana biraz akıl vermeye, kulağını çekmeye karar verdim çocuk, iyi dinle ! Ben çocukken senin şu müptelası olduğun"fast food" zincirleri henüz istila etmemişti çevremizi, midemizi. Ben ayaklarımın boşlukta sallandığı sandalyelerde oturur, yerdim yemeğimi keyifle. Öyle ambalajı rengarenk, kandırmacalı zehirler değil, doğal şeylerdi üstelik yediklerim. Şimdi sen uzun kuyruklarda bekleşiyor, nasıl imal edildiği meçhul yiyecekleri hızlıca tüketiyorsun, garsonu karnın zil çalarak beklemeden. Kanser saçan plastik, aptal oyuncaklar hediye ediyorlar bir de sana aldığın menü karşılığında, seviniyorsun haliyle . Dondurmacı amcanın türlü şakalarla, torpil yapa yapa külahına doldurduğu çikolata, kaymak yok zira bir makine sunuyor sana dondurmalıktan çıkmış, donmuş kremayı. Şimdilerde sevdiğin her şey sadece hevesten ibaret. Ben bayramda alınan bir çift ayakkabıyı eğilip eğilip silerken, sen aldığın hediyeleri de önemsemez oldun. Hiçbir oyuncağın kırılmadı çünkü o kadar çabuk sıkıldın ki, kaybolsa fark etmedin bile yokluğunu. Bense kafası kopan oyuncak bebeğime boncuk boncuk yaşlar döktüm..Sokaklarınızı aldılar elinizden, bu yüzden dizlerin parçalanmış halde ağlayarak gelmedin eve, keşke gelseydin. Bilgisayara bakmaktan sulanmazdı beynin, küçük yaşta numaralı gözlüklere mahkum olmazdın en azından. "Önüm arkam sağım solum sobe, saklanmayan ebe" diye çatlak sesinle bağırmadın hiç, bilgisayar oyunlarında düşman vurmakla meşguldün sen. Kardan adam yaparken: soğuk, ellerini yakmadı, o ara
avmlerde yüzünü boyuyordu sevimsiz palyaço taklitleri. Bir kitabın sayfalarında serüvene çıkmadın, türlü animasyonlar, 3 boyutlu filmleri izlerken bilmedin öldü hayal gücün. Sunulanı sevdin, tükettin, sunulmayanı araştırmayı bırak, merak bile etmedin. Ortamda iki hava atayım diye :"Boş zamanlarımda kitap okurum."culardan biri oldun sen de, boş zaman işi değildir oysa kitap, dopdoludur her anı !Aptallaştırıldın çocuk ! Popüler kültürün burnuna dayadığı her b.ktan şeyi aldın ve yuttun. Gereksiz bi ton bilgiyle doldu beynin, testten ibaret bir yaşamın a,b,c 'sinde koşturdun yarış atı misali ama kendi fikrin olmadı hiç. "Arkadaşa katılıyorum." sığlığında kaldın öylece..Bir filme delice tutulmadın, anneden izin koparıp gözlerinden uyku aka aka izlemedin o filmleri pazar geceleri. Bir kedinin, köpeğin başını okşayamadın " Pistir, hasta olursun." dendi ama sabah akşam cola içmene ses etmedi annen, üstelik havasız alışveriş merkezlerinde, bilgisayar başında nasıl da sağlıklıydın değil mi !?Yere tebeşirle sek sek çizmedin, saydam misketini güneşe tuttuğunda içindeki renk dalgalanmadı gözünde,günlük tutmadın, yine bilgisayar başındaydın çünkü. Çocuk olmadan kadın olmaya heveslendirildin, televizyonda gördüğün şablon güzellerden biri olmak için çocuk yaşta boyadın saçlarını, makyajsız markete gitmez oldun. Delikanlı çağlarında internet kafelerde gün doldurdun durdun. Sen çocuk olmadın çocuk ! Yakan top havada dönüp yere düşerken bi renk tutmadın. Terli terli su içip hasta olmadın diye sevinme, aldığın radyasyonun seni nasıl hasta edeceğine üzül çocuk ! Çektirdiğin fotoğraflar anı niyetine değil, profil fotoğrafı olsun diye çekildi. "Bak ne kadar eğleniyorum." u kanıtlamak için yaşar oldun, cep telefonunun eline yapıştığını söylememe gerek yok herhalde? Baktığın her şey anında tüketilen, ulaştıkların anında bıkılan, değerlerin içi boşaltılan kavramlara dönüştü sen büyüdükçe. Dostluktan bihabersin: harçlığını paylaşmadın hiçbir arkadaşınla, kan kardeş olalım diye gizlice iğne batırmadınız parmaklarınıza. Özgür(!) bireydin, öyle demişti annen, baban "Önce sen, önce sen, hep sen" Sosyal ağında yüzlerce "arkadaş"ın var ama yalnızsın öyle mi çocuk? Şimdilerde sevgilerin de "fast food" misali hızlı ve tatsız. Telefon rehberinde belirli aralıklarla "aşkım" ın numarası değişiyor. Sahi öyle bir şey mi aşk çocuk? Herkes aşkın olabiliyor mu dersin kolayca? Karnında kelebekler uçuşmadı, nefesin kesilmedi, tatlı bir heyecanla uykusuz kalmadın hiç çünkü hızla tüketiyorsun, doyumsuz bir açlıkla aşkı da iç ediyorsun. Sonra da "anlaşamadık" oluyor cevabın. Ne zaman anlamaya/ anlatmaya çalıştın da ortak bir eyleme dönüşüverdi anlaşmazlık bu denli kısa zamanda ? Bir şarkıyı başa sarıp sarıp dinlemedin, içini yakmadı notalar çünkü şarkıların da kalitesiz, ucuz ve uçucu. Yalnızsın, kimsen yok aslında, öğretilmiş beklentilerinle mutluluğa kanat açıyorsun ve sen sana sunulanla bunları göremeyecek kadar toysun. Kızma bana, sen kör ebesin şimdi ve ellerinle havayı döverek arıyorsun mutluluğu, gözlerin kapalı.. Yazık sana be çocuk !
Biterken "Yeni Türkü_ Başka Türlü Bir Şey" çalıyordu fonda..
Biterken "Yeni Türkü_ Başka Türlü Bir Şey" çalıyordu fonda..
Suçun büyüğü sende kadın !

30 Mart 2013 Cumartesi
Bırak olsun !

Biterken "Pink Martini_ City of Night" vardı fonda..
29 Mart 2013 Cuma
Burnum düşse eğilip almam !

mi sevmedin, yalanmış meğer o sözler, ben sevilmeyecek adam mıyım, böyle kadını bi daha zor bulursun." var alt metinde ki böyle acı sosuna bulanmış şarkıların bi kısmının vur patlasın çal oynasın ritimli oluşundaki ironiye aldırmadan kalkıp iki gerdan da kıvırıyorum, yalan yok hani.. Kimilerinde de böyle kasvetli bi rengi oluyor klibin, adamceğiz boş sokaklarda ağır aksak yürürken nakarattan giriyor vurucu cümleler, bi sigara daha yakıyoruz, zaten yakacağız da işte adamın yalnızlığı, kamera açısı, keman tınısı da bahanesi olmuyor değil hani. Şimdilerde aynı sohbetleri ediyoruz farklı bünyelerle, kat kat sarmalıyoruz gerçekliğimizi, eğiliriz de dekolteden es kaza ruhumuz frikik verir diye bir elimiz hep göğüs hizamızda "eyvallah" dercesine hazır ola geçiyor hafif sallandığında bile bedenlerimiz. Bazen de bizi bize anlatıyor karşıdaki, aman gözlerimiz bi fal taşı gibi açılıyor, bi yandan kınıyoruz. "Böyle insanlar var mı ya, inanmıyorum ne acaiplik vs." diye kendimizi oyundışı bırakmaya çalışıyoruz ve hepimizin içsesi eminim : " Hadi ordan sahtekar!" diye serzenişte bulunurken, yalancı bi kahkaka atıyoruz sesi bastırmak için. Benzer yalanları dilimize dolamış olmak kimi zaman, karşı tarafı dinleme zorunluluğunu kaldırıyor ortadan, güzel de oluyor, o an yoldan geçen adamın aceleyle koşuşuna, kadının telefonla konuşurken eş zamanlı olarak çantasından herhangi bir şey arama mücadelesine, bir çocuğun annesinin elinden kurtulup koşma isteğine odaklanmak bile daha keyifli olabiliyor çünkü.. İyi bir dinleyici değilim evet, bazen çok da konuşurum o da bir gerçek, e dedim ya baştan burnum düşse eğilip almam diye, sana mı nezaket göstereceğim sevgili konuşmacı? Şimdilerde hep aynı cümlelerle seviyoruz(muyuz?) birbirimizi ve "bizim zamanımızda" diye başlıyor söylemlerimiz ve evet yaşlanıyoruz.. Şimdilerde baharın kucağında tatlı bir huzurla uzanıyoruz bir hamakta, bi kelebek gelip konuveriyor burnumuza.. O zaman salt saf bir gülümsemeyle rüyaya dalıyoruz, zihnimizde çok sevdiğimiz şairin dizeleri oynaşırken, aşka dokunuyoruz parmak uçlarımızla, uyanıyoruz sonra.. Şimdilerde yaşıyoruz..
An itibariyle fonda "Yeni Türkü_ Maskeli Balo" çalmakta..
İç Savaş

uykulardan tembelce uyanacağız sarmaşdolaş..
Biterken fonda " Led Zeppelin_ Dream on." çalmaktaydı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)