30 Mart 2013 Cumartesi

Bırak olsun !



   Kendini dünyanın merkezi sanıyordu. Bir ölçüde yanıldığını söyleyemem zira ben tutmuştum kendisini dev gibi gördüğü aynaları, sıkılmadan, memnuniyetle ve sonra yer yer  hezimete dönüşen bir metanetle.. Büyük bir hırsla kontrolüme bağlılığım ve kaybetmekten delice korkan hallerimden eser kalmamıştı. Özgür bırakmıştım kontrolünü sağlamaya çalıştığım her şeyi, tek tek.. Kafesin kapısını açmış, uçmasını beklemiştim ruhumu mengeneyle sıkıştıran o hissin..  Severdi konuşmayı ve bunu öyle ustalıkla yapardı ki hayran bir kız çocuğu gibi elim ayağım karışırdı kimi zaman karşısında. Dudaklarından dökülecek her cümlenin noktasından virgülüne doğru olduğuna emin vücut diliyle, bunu tartışmaya açık bir fikirmişçesine sunması: oyununa ayrı bir keyif katardı ve ben eğilip teker teker alırdım yerden yok yere ayrı yazdığı kelimelerini, fazladan ünlemlerini toplayıp ellerini birleştirdiği hizaya koyardım usulca.. Rüştünü ispat ettiği anlarda, arkasına yaslanır ve zafer gülüşünü üflerdi yüzüme. Bense yenilgimi görmez, büyük bir tutkuyla bakardım ona, tepeden tırnağa.. Delice bir iştahla dinlerdim onu, sabırsız bir öğrenci açlığında nefesimi tutar, saatlerce yörüngesinde kalırdım öylece. Bana sorduğu soruları bile havada kapar, başlardı uzun uzun anlatmaya, bakakalırdım havada süzülüp dudaklarında kaybolan soru işaretine. O kendini, ben onu özetle ikimiz birden onu seviyorduk ve bunu öyle özenle yapıyorduk ki olası bir bahar nezlesine bile kapılsa , pamuklara sarıyor dünyadan koruyordum onu güçsüz bedenimle, o da tüm kibarlığıyla teşekkür ediyordu gözleriyle. Koşulsuz bir kabullenişle aklımın iplerini teslim etmiştim ellerine ve parmak ucumda yürür olmuştum uykularından nedensiz uyanacak korkusuyla. Bırak ne olacaksa olsun, bırak olsun emrini vermiştim nefsime ve kendim dahil hiçbir etkenin onu benden almaması için tüm tedbirleri aldığımı sanmıştım, ödediğim ilk bedelse kontrolüm olmuştu, peşinen ! Daha az konuştuğu günlerde paniğe kapılır olmuştum, elinde bir kalem saatlerce odaklandığı kitabın satırları arasında kaybolurdu böyle zamanlarda, bense saçlarının alnıyla birleştiği noktadan sessiz noktalarımla süzülür, gözlerinde biraz oyalanır, tam dudağının kenarına indiğimde kalp gümbürtümü duyacak diye, başımı öne eğerdim. Böyle anlarda yutkunmayı unuttuğum bile olurdu. Arada bir ses duymuşçasına irkilip, yüzüme baktığında sakinleşir tekrar kapılırdı satırların dehlizine. Nefesi sigara ve kahve kokardı mütemadiyen ve saçlarımı severken sanki bir ayinmiş gibi hiç konuşmaz, uzun  uzun içine çekerdi kokumu, yolculuğa hazırlanır gibi.. Aramızda görünmez bir sınır çizgisi vardı ve bana öğretmen edasıyla tane tane anlatırdı meramını ve bilirdim  zerre arkada kalmazdı gözü, bilirdi iyi not tutardım çünkü. Davetkar günlerin gecelerinde buluşur, özlemin itirafını yapardık, kollarımız sarılırken birbirimize. Şarabın mayhoşluğunda dalgalanırken varlıklarımız, müziğin sesini biraz daha açardı, parmaklarına kaçamak bir bakış atar, iç geçirirdim, yanağıma küçük bir hediye bırakırdı o da.. Dans ederdik zaman mefhumu olmaksızın, bazen güneş selamlayana dek dünyayı ve uyuyakalırdık sabahın koynunda. Gizli bir anlaşmamız vardı ve plan yapmazdık, unuturduk yarım kalmış cümleleri, üç nokta... Vakitsiz çalardı kapımı, zamansız bir aşkın, emrivaki koşuşturmalarına inat : naif, bir o kadar sakin severdi beni. Ben mi? Tarifleyemiyordum çoğu zaman.Kendime saklıyordum gördüğünden fazlasını, konuşamıyordum bazen ve şikayet etmiyordum bu halimden. Biliyordum ki, elimde tuttuğum bu kitabın bir ayraca ihtiyacı yok, zaten okuyordum sadece okuyor.. Sevdiğim bir filmden sesleniyordu adamın biri: "Her şeyi kontrol etmeyi çalışmaktan vazgeç. Bırak ne olacaksa olsun. Bırak olsun."
       Biterken "Pink Martini_ City of Night" vardı fonda..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder