6 Temmuz 2013 Cumartesi

Tesadüf

 Şair : "Her şeyden biraz kalır./ Kavanozda biraz kahve/ Kutuda birkaç sigara/ İnsanda biraz acı." demişti,  ne de güzel demişti..! Söylenecek onca şey varken, ummadığım anda karşıma çıktığında, ona sadece tek kelimelik bir cümle kurabilmiştim, söyleyeceklerimin biraz'ı ona biraz'ı  bana kalmıştı böylece. Büyük bir inançla kanatlanıp bulutların arasına karıştığımda, sapanıyla gözüme nişan almıştı ve yere çakılmıştım. Rüyanın tam da bu yerinde yalanlarını örtbas ettiği perde yırtılmış ve  ruhunun edep yerlerini görmüştüm çıplak gözle, bundan sonra iyileşmesi için kanatlarımın"zaman" merhemini sürecektim uzun bir süre. Hayal edin, önünüze muhteşem sunumla gelen bir yemeği..  İştahla yiyip afiyetle sofradan kalkacakken tabağın dibine yapışmış bir saç telinin o yemeği nasıl iğrenç kılacağı konusunda detaylı bir tariflemeye gerek yok sanırım. İşte kelimenin tam manasıyla buydu onunla yaşadığım..  Korkunç bir  mide bulantısının bir müddet bedene hasıl olma durumu kaçınılmaz oldu haliyle. Ağzımdan köpükler saça saça nefret ettiğim adamı bir taraftan on sekizlik kız heyecanlıyla seviyor oluşumsa içinden çıkılmaz dehlizlere sokuyordu tabi beni. Aşkın doğasında bir sakinlik hali olmadığı gibi baştan aşağı arabeske batmış bir duygu olduğu konusunda ısrarcıyım. Ben de oturdum bir güzel yaşadım acımı, ağzım dilim, içim yana yana.. Derken o gün bugün görmediğim, sesini çoktan unuttuğum adam karşıma çıktı ansızın.. Sevdiğiniz biri ölünce ya da gidince ilk sesini unutursunuz, sesini alır ve gider. O, giderken benim de sesimi alıp gitmişti. Susmuştum. Ayrılığın üstünden hayli zaman geçmiş ve artık rüyalarıma geldiği gecelerden huzursuzlukla uyanmaz olmuştum.. İlk başlardaki kabullenmeme durumu zamanla yerini kanıksamaya bırakmıştı bırakmasına ama  öyle sessiz acılar yaşıyordum ki, suskunluğun verdiği yükle daha bir ağırlaşıyordu omuzlarım. Sessizliğim neden miydi? Savunulacak hiçbir yanı olmayan birine sevdalanmış olmak dostlarca lüzumsuz bir kahırlanmadan öteye gitmez  de o yüzden. Bu sebeptendir ki kimseye, kalp hizama elimi sürüp " İçim yanıyor içim! " arabeskine girmemeli, dik durmalıydım. Yanıyordu ama.. hem de nasıl ! "Gözyaşımda saklısın ağlayamam ben." diye şarkıya eşlik eden sesim yer yer hıçkırıklara boğulup çatallaşıyordu çoğu gece.  Avuçlarımda hala sıcaklığı vardı ve akşam olunca hüzünleniyordum ben yine ve kimseye etmiyordum şikayet, ağlıyordum ben halime.. Yaz sonuydu, aniden bastıran yağmurda sırılsıklam olmuş, şehrin en işlek caddesinden hızlı adımlarla ara sokağa sapmıştım, karşımdaydı ! Durduk, anlamsız bir halde yolun ortasında kalakalmıştık. Arkamı dönüp, koşarak uzaklaşma isteğime karşın bir adım bile atamadım. Şiddeti artan yağmurla akıp gitti iki damla gözyaşım, görmedi ağladığımı.. Bu saçma hale son vermek adına olmalı, o bana doğru yürüdü korkak adımlarla, geri adım attım refleks olarak.  Dudakları kıpırdıyordu karşımda ama sesi yoktu. Gözlerimi açmış ona bakıyor, duyamıyordum. Dudakları durduğu anlarda belli ki benden cevap bekliyordu fakat gözlerimi biraz daha açıp anlamsız bir ifadeyle karşısında dikilmek dışında bir eylem gerçekleştiremiyordum.  Ne kadar süre geçti bilmiyorum ve sonra  telefonumun sesi önce derinden sonra yüksekçe geliyor kulağıma. Ardından yüreğimin gümbürtüsünü hissediyorum.  Elimi çantama atıp bir müddet telefonu ararken ben, öylece beni izliyor.  Telefonu kulağıma götürüp ona fısıldar gibi "Üzgünüm." diyorum, gitmeliyim dercesine,   "Ben de.." diyor anlıyorum tek kelimesini dudaklarından okuyup. Mahçup bir sakinlikle yolumdan çekiliyor ve bu tesadüfi karşılaşmadan kaçarcasına uzaklaşıyorum. Biriktirdiğim uzun cümlelerimle anlatamazdım uzun uzun, ki anlatacak olsaydım da yine tek cümlem :" Üzgünüm olurdu sadece "Üzgünüm.."

2 Temmuz 2013 Salı

Hikayenin bir yeri..

Telefonuma gelen mesajla uyandım, saat henüz sabahın altısıydı. Kör gözlerle telefonun ışığına doğru uzattım elimi. "Aklında ne var?" yazıyordu, tekrar okudum bu sefer gözlerimi açıp. Yatakta hafif doğrulup, gece lambasını açtım, anlamlandırmaya çalışırken.  Sahi aklımda ne vardı? Hem ne anlamsız bir soruydu bu, hem de sabahın köründe ! Üç harfe dokunup "Hiç" yazıp gönderdim.  Çok geçmeden iki kelime düştü ekrana: " Sinirlisin hala." Nasıl olmamı bekliyordu acaba? Gecenin bir vakti kendince geçerli bir sebepten yolun ortasında öylece bırakıp gitmişti beni. Telefonu tekrar komidine koyup, ışığı kapattım. İlgi çekmeyi sever, umulmadık anlarda kafa karıştıran oyunlarını sergiler, bir de üstüne sanki bundan bihabermiş gibi ustalıkla inerdi her defasında sahneden. Ona kayıtsız kalamayacağıma emin ve güvenle atardı adımını. Odanın sessizliğini telefonun mekanik sesi böldü tekrar:  "Gelip alayım seni, kahvaltıda konuşalım bunu, yağmur yağabilir, sıkı giyin." diyordu. İnatlaşmadım.  Sabah serinliği yüzüme vuruyordu, yağmur atıştırmaya başlamıştı. Köşede bekliyordu beni, arabaya bindiğimde kuru bir selamlaşmanın ötesine geçmedi günaydınlar.  Radyonun sesini açtım: "Ne bileyim ben." çalıyordu, severdim bu şarkıyı. Her zaman kahvaltı ettiğimiz yerde bir müddet park yeri aradıktan sonra botanik bahçeyi andıran yolundan geçip, kırmızı piti kareli örtülü masalardan birine oturduk. Şehrin ortasında saklı bir bahçeyi andırıyordu burası ve  yeşilden birer perde gibi salınıyordu ağaçlar iki yanımızda. Pek iştahım yoktu. Önden sıcak ballı bir süt istedim. Yeni uyandığında şişen yüzü ona çizgifilm kahramanı sevimliliği katıyordu., göz ucuyla baktım yüzüne o menüye dalmışken.  Siparişi verip, yüzüme baktı: " Uzatma istersen, bazen sinirlerime hakim olamıyorum biliyorsun, sana denk geldi işte." dedi. "Neden aramadın, bir haftadır nelerle boğuşuyor olduğumu tahmin edebilirdin üstelik!" dedim dişlerimin arasından. "Biliyorum, hepsini biliyorum ama konuşmaya açık değildik ikimiz de, dinlemezdin ki hem." dedi kendinden emin. Alaycı bir tavırla alkış tutup: "Böyle durumlarda kaçmak en iyisi yani, bravo gerçekten tam bir yetişkine yakışır haller bunlar"dedim. " Anlamıyorsun." bakışıyla gözlerini devirdi. "Anlaşılacak neyi var?" dedi gözlerim.  İlk kavgamıza tutuşmamıza ramak kalmıştı.İtiraf etmeliyim bundan bile gizli bir haz duyuyordum. Birlikte yaptığımız herneyse büyük bir tutku ve merakla peşinden gidiyordum. Ellerini masada birleştirip konuşmaya başladı:  Daha fazla incinseymişim daha mı iyiymiş,  o an konuşmaya kalksaymışız her şey nasıl da berbat olurmuş haberim var mıymış, bazen kırılgan bir çocuktan farkım yokmuş ,bilmediğim şeyler varmış içini bunaltan ve bazen kabul ediyormuş kontrolsüz tepkiler verdiğini ama o an gitmesi tek çözümmüş, hem ben değil miymişim zamansız konuşmaların bazen asla uzlaşma imkanı olmadığını savunan, çok uzatmışım, hadi unutalımmış, yüzüm asıkken ne kadar da çirkinmişim öyle. Bir müddet konuşmadan tabaklarımıza yoğunlaştık. Derken, cebinden bir şey çıkarıyormuş gibi yapıp, elini yüzüme yaklaştırdı. "Gülümsemen bende kalmış." dedi. Gülümsedim istemsiz.  Bir de "öpücüğün tabi" dedi burnuma dudaklarını uzatıp. Sonra birden arkasına yaslanıp ciddileşti ve : "Sana her şeyi anlatacağım, sanırım artık hazırsın buna. Yalnız tek bir ricam var sakinliğini koru, anlatacaklarım bitene kadar ve sakın bölme, anlaştık mı?" dedi. Ani bir gürültüye maruz kalmış gibi irkildim ve "Ne oldu ki? Bir şey mi oldu? Neler oluyor ya?" diye atıldım. Sakinlikle:  "Hadi kalkalım, burası fazla kalabalık, biraz sabırlı ol, öğreneceksin "dedi soru işaretlerimi havaya bir bir asarak. Üstelemedim, yol boyu camdan süzülen yağmur damlalarını izledim daha fazla sormadan. Nereye gittiğimizi bilmiyordum, sevdiğim adamla ikinci kez tanışmak üzere çıktığım yolda, duyacaklarımı tahmin etmeye çalışmam nafile bir çabadan öteye gitmemiş meğer, bunu sonra öğrenecektim. Gözlerimi kapatıp yağmurun sesini dinledim. Az kalmıştı yolun bitmesine..



1 Temmuz 2013 Pazartesi

Sevi

Hadi bana şarkımı söyle diye mırıldandı kadın. Sesi de bedeni gibi cılızdı artık.. Adam kulağına eğilip : " Hiçkimsenin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktu, bütün güllerden derin, bir sesi var gözlerinin.." Kadın şarkıyı böldü, "Ölüyorum ben." dedi. Bunu hergün tekrarlıyordu adama: "Günaydın, seni seviyorum, teşekkür ederim, tatlı rüyalar kadar olağan kılmıştı bu cümlesini de.. Adam incitmekten korkttuğu kadına bu sefer sıkıca sarılıp: "Hayır..!" dedi hışımla ve şefkati devralan elleri kadının kar topunu andıran omuz başlarını sevdi ve tekrarladı: "Hayır !" Kadının acı gülüşü kırıldı gecenin karanlığında. Holden odaya akan ölü ışık gözlerine değdi adamın. Kadının saçsız başını öptü, öptü..  Yaşadıkları en tutkulu sevişmeydi bu. Beyaz çarşaflardan odaya yayılan lavanta kokusunu içlerine çektiler. Adam kadının anne olamayacak memelerine nefesini kattı, gözyaşlarının tuzunu öptü uzun süre. Perdeden odaya davetsizce sızan ayışığında saatlerce sarıldılar. Kuğu gibi uzun boynu, çocuk gülüşü ve narin bedeniyle dünyanın en güzel kadınıydı adamın nezdinde sevdiği kadın. Nefsini asla başka kadınlarla terbiye etmemiş, erdemle kadınını son anına uğurluyor, ellerinden kayıp giden sevgiliyi dingin bir isyanla son kez uyutuyordu kollarında. Biliyordu:  ölüyordu kadın. Yaraları her yerini sarmış, içinden sarmıştı zehir bedenini.  Bu sefer kadın kafasını göğsüne bastırdı adamın, güçsüz kollarını bedenine doladı. Yolculuğa az kalmıştı, o da biliyordu.. Bu bir veda seromonisi değil  ibadetti. Tanrı'ya son kez şükrediyordu belki de.Yüzünü yüzüne çevirdi adamın ve ağzından içti varlığını huzurla.. Korkmuyordu, onu teselli etmekti tek isteği.. Adamın saçsız başını parmağıyla işaret koyarcasına küçük bir dokunuşla taçlandırdı kadın. Saçlarını hastalığına hediye etmişti, sevgilisi de eşlik etmişti ona nezaketle.  . Kadın başını kaldırıp, tekrar "Ölüyorum ben.. ama mutlu" dedi dudaklarına uçucu bir öpücük kondurup, başını tekrar yasladı adamın göğsüne. "Yaşamın en büyük felaketi bu değil, nereye gittiğimi bilecek ve arkamdan gelmeyecek kadar asil bir aşık olacaksın, şimdi gözlerini kapat ve uykuma gel.. rüyamda sonsuz bir dünya sunacağım sana."dedi kadın. Adam sükunetle uydu kadına.. "Tatlı rüyalar sevgilim." dedi kadın ve sustu..ve uyudu..ve öldü..
             Biterken fonda müzik yoktu..

29 Haziran 2013 Cumartesi

Ne ise halim..


Son zamanlarda halim pek vahim ! Gün gün gezip dolma yedikten sonra fallar baktıran teyzelere dönüştüm. Evet, fala inanıyorum, falsız da kalmıyorum, itiraf edeyim. Evime gelen herkese enfes Türk kahvesi, yanında bitter çikolata ikram etmek suretiyle bitirdiğim fincanı ters çevirip önlerine itiyorum emrivaki el hareketleriyle. "Hadi döktür bakalım." deyip bir de keyif sigarası yakıyorum. Sulu yaptığım kahvelerin, dilek tutmam akabinde tabağın arkasından hızlıca süzülen damlası dileğimin kabul olacağına işaret, gerçi hep aynı dileği tuttuğum için, telvesi bol kahvede "Dileğinin gerçekleşmesine zaman var gibi." yorumları pek fazla ciddiye almıyorum ki günde dört kez fal baktırma potansiyeline eriştim,birinde mutlaka dileğim tutuyor. Midemin halini siz düşünün. Kimi falcılarım usta hikayeci edasıyla öyle bir anlatıyorlar ki, zevkten dört köşe dinler buluyorum kendimi.  Aceleci aceleci soruyorum, "Eee neler görüyorsun hadi anlat! O anki kurbanım başlıyor şöyle şeyler sıralamaya: " Aaa bak vallahi büyük balığın var kız, kısmettir bu, hiç beklemediğin birinden bir haber alacaksın, isminde falanca filanca harf olan biri çıkmış, sanki sıkıntılı, dur dur bi de sevinç gözyaşın var, dilek tuttun mu? çok hızlı olacak bak gör." ( sulu kahve mucizesi)  Bunları anlatırken fincanın kenarındaki telveyi parmağıyla güzelce sıyırıp yiyeni de oluyor, heyecanla gözlerini fincana dikip son dakika telve şekline odaklanan da. Klasik kızlar buluşmasında da gözüme kestirdiğim kurbanın önüne sürüyorum fincanımı şirin şirin gülümseyerek. Başta "Aman ben ne anlarım faldan, iyi madem maksat muhabbet olsun." edasıyla fincanı açıp şaşırtıcı bilgiler sunanlar da olmuyor değil, o anlarda bir sigara daha yakıp ruhani dünyaya üflüyorum ki sorsan falın nasıl savsata bir zaman kaybı olduğu konusunda bir sürü iddialı cümle kurabilirim amaa hiiç sırası değil. Dedim ya halim pek vahim diye baştan. Neyse böyle fincanlarca kahve, bi ton laf kalabalığı fal ritüelime bugün en enteresanını ekledim. Olaylar şöyle gelişti: Dün bir arkadaşımda ikinci kahvemi gelen bir diğer hatuna baktırmak üzere içtim, kapattım. Hatun bilge bilge bi fincanı  süzdü bi beni sonra :" Beklediğin bir görüşme gerçekleşecek, zamanın var ama, dur bakim kedi var, kedi düşmandır, kuşlar var haber alacaksın falan filan." diye sıraladı sonra :" Bak bi kadın var o gelmişini geçmişini sayıp döküyo." deyince gözlerim açıldı tabi, fal radarı olmuşum ya bi kere. "Ee gidelim madem o kadar iyiyse." diye atıldım. Sabahın köründe telefonumda on dakika sonra hazır olmam için atılan mesajı vardı hatunun. Apar topar kalkıp ilk bulduğum elbiseyi geçirdim üstüme, saçlarımı gelişigüzel topladım, yedi dakika sonra kapıdaydım. Hayatın sırrını verecekler sanki bana, artık nasıl bi işleyişe geçtiyse beynim ! Kendi haline bıraktım zira kendisi bedenin yönetim kurulu, bırakmayıp ne yapacaksam. Dışarda fena bir sıcak, dev bir fön makinesi çalışıyor adeta. Bindik arabaya, klima yok ! Şehrin ücra bir semtine yola koyulduk, çantamda çoktan kaynar kıvama gelen sudan medet umuyorum ama ne fayda, terden pişe pişe ilerliyoruz, nereye gidiyorum ki böyle ? Yok, zaten benim devreler yanmıştı, üstüne de güneş ! Gide gide ara sokakta bir dükkanın önünde durduk. Elbisem üstüme, saçlarım enseme yapışmış şekilde arabadan söküp aldım kendimi. Reklam tanıtım ofisi görünümlü, arka odasında mumlar yanan basık bir yere girdik. Bilgisayar başında yaşlı bir adam, ağzında sigara..kafasını kaldırıp bakmıyor bile bize. Etrafa baka baka, biraz ürkek giriyorum odaya. Bizim  hatun müdavim olduğu için pek rahat. Deri koltuğa ilişiyorum, ha düştüm ha düşeceğim. Sehpa eski gazeteler, broşürlerle dolu. Duvarda, girişteki yaşlı adamın gençlik fotoğrafı hınzırca yüzüme sırıtıyor. Tam o esnada küt saçlı, orta yaşın üstündeki falcı kadın giriyor içeri, ikimizi de kendine çekip şap şup öpüyor, daha bir afallıyorum. Kendimi yasadışı işlerin döndüğü bir yere atılmış gibi hissediyorum, "Aman kızım" ile başlayan ebeveyn cümleleri geliyor aklıma şu yaşta. Çantamdan sigara paketimi çıkarıp yakıyorum bir tane. Kadın karşımıza oturup elindeki peçeteyle ensesini, boynunu silerken, hal hatır soruyor yapay gülüşler eşliğinde. Derken kahvelerimiz geliyor, nasıl kötü ! Şekeri kahvenin içine değil, kahveyi şekerin içine atmış sanki. Zar zor içip, "Ne ise halim çıksın falim" ustalığıyla çeviriyorum fincanı. Zamanım geliyor, kadın yine aynı yapay gülüşle içeri buyur ediyor beni, sandalyeye yöneliyorum. Diğerine oturmamı söylüyor kibarca. İçeride yanan mumlar ve önümde bir defter.. Not alabilirmişim. Ben deftere bakarken "Fotoğrafı var mı?" diyor. "Kimin?" diyorum şaşırıp. "Hakkında soru soracağın kişinin."diye yanıtlıyor. "Yoo" diyorum. Biriyle ilgili soruşturmaya geldiğime, kendince bu kadar emin olması komiğime gidiyor.  "Olsuun, gördüğümüz kadarıyla artık." diyor. Yanıtlamıyorum.  Başlıyor anlatmaya, bir yandan esniyor. "Ağırlık var sende, nazar bu nazar." diyor ağzını eliyle kapatırken. Ne kadar da şanssızmışım, işlerim hep bozuluyormuş, aslında ne kadar da iyi bir insanmışım falan filan. Sonra elime kalemi tutuşturup "Yaz" emri veriyor.  Birkaç harf söylüyor, onlardan iyi haberler alacakmışım. Bir adamı uzun uzun tarifleyip, üç harf daha yazdırıyor ve " İsminde bu harflerin hangileri var?" diyor. "Hepsi.." diyorum kendim bile sesimi zor duyarak. Bu halimden cesaret alarak anlatıyor da anlatıyor.Tarihler veriyor, şu zaman şu olacakmış, hep çıkarmış dedikleri, görecekmişim ben de, zamanında şunlar bunlar olmuşmuş, muş da muş.. Yer yer başım dönüyor, aç karnına içtiğim şekerli kahvemsi şey, sıcak ve kadının rahatsız edici ses tonundan olsa gerek. Şehir isimleri sıralıyor, işle ilgili kapım sonuna kadar açıkmış, denizaşırı bir yerden, bir kadınla görüşecekmişim, aslında nazardanmış hep bu sıkıntılar diye anlatırken kadın, Ben sıcaktan sersemleşmiş, sineği takip etmeye başlıyorum, hala anlatıyor. Hayatımda olanı biteni sanki üstüme kamera yerleştirmiş de bunca zaman beni izlemişcesine bir bir döküyor, tuhaf bir rahatsızlık duyuyorum.Biran önce sussa da gitsem derken, kasap önlerinde asılı, zevksiz sinekliklerden astığı kapısının önünde kadına para verirken buluyorum kendimi, hem böyle işkence çek, hem para ver bi de üstüne. Susması için verdiğimi düşündüğüm parada aklım kalmıyor. Öğlen güneşinin kavuruculuğu eşliğinde uzun yolu geri dönüyoruz, hatun güle oynaya anlatıyor falcının marifetlerini, nasıl bildiğini. Yarıya kadar açık camı tamamen indirip kafamı dışarıya çıkarıyorum, az da olsa nefes alabilmek için. Midem bulanıyor. Eve geldiğimde mutfakta oturan annem ve misafirlerine kapıdan selam verip odama kaçacakken annem: "Gel gel sen de bi kahve iç, Neriman Teyze'n sana da fal baksın." diyor neşeli bir sesle. " Yok teşekkür ederim, inanmam ki hem fala filan." diyorum. İnanmaz gözlerle bakıyor annem, hala gülümseyerek. Bir müddet fincanı yıkadıktan sonra bile tezgaha ters koymamaya karar veriyorum.  Soğuk bir su alıp odama geçiyorum. Radyoyu açıp "sıradaki şarkı benim olsun." falı kapatıyorum bir güzel. Şarkıya eşlik ederek balkonumdaki çiçekleri suluyorum. Papatya değil korkmayın, sardunya sardunya !
            Biterken fonda "Zeki Müren_ Rüyalarım olmasa" çalmaktaydı.

10 Haziran 2013 Pazartesi

Hikayenin başı...

Arkasına acemice gizlediği papatyaları yüzüme doğru tuttu. "Hangi çiçeği sevdiğini bilmiyorum, tahmin hakkımı kullandım."dedi, gözlerini gözlerime dikerek.  " Bravo, çok başarılı bir tahmin." dedim ve çiçekleri alıp masaya koydum. "Aç mısın?" dedi. "Hayır" dedim. " O zaman, daha önce içtiğin Türk kahvelerini unut, hadi kalkıyoruz." dedi. "Geçmişimi unutmamı bekleme benden lütfen ." dedim yeşilçam ağzıyla "Tamam sana zaman veriyorum söz." dedi  aynı tonla ve gülüşüme ekledi gülüşünü. Ara sokaklardan yürüye yürüye küçük bir çay ocağına çıktı yolumuz. "İşte burası" dedi heyecanla. Bazen küçük bir çocuğun onu konuşturduğunu düşündürecek denli coşkulu anları vardı. Kahvelerimiz bol köpüğüyle geldi ve gerçekten daha önce içtiklerimi unutturacak kadar mükemmeldi. "Nasıl buldun?" dedi meraklı gözlerle. "Harika!" dedim.  Keyifle bir yudum daha aldı kahvesinden. Henüz çok yeniydi birlikte vakit geçirmelerimiz  ve sessiz kalmamak adına her şeyden uzun uzun, detaylı detaylı konuşuyorduk durmaksızın.  Çantasından çıkardığı kitabı masaya usulca koyup :" Okumalısın mutlaka" diye söze girdi. "Okudum, sevdim." dedim.  Gözleri parladı: " Çok derin bir felsefesi var değil mi? Var olmanın dayanılmaz hafifliği.., filmini de çektiler bunun." dedi. Gülümsedim: "İzledim, sevmedim, kitabın ruhunu öldürmüşler, keşke çekmeselermiş." dedim. Başıyla onayladı beni. "Bu kitabı birkaç kez okudum ve hep yeni tatlar bıraktı damağımda, sevdiğim yerlerin altını çizip, notlar aldım yer yer, temiz bir okuyucu değilim sanırım." dedi. " Ben bırak satırların altını çizmeyi, sayfaları kıvırmam bile, çok titizim bu konuda." dedim.  "Temiz bir okuyucusun yani." dedi. "Hem de nasıl." dedim, gülümsedi. Gel yürüyelim biraz, hava kararacak birazdan."dedi. Kitabı bana uzatıp : "Sende kalsın." dedi. "Ben de zaten var ama." dedim. "Olsun onun yanına koyarsın işte." dedi. Bu gizliden bir çağrıydı aslında, kitabı alıp çantama koydum. "Anılarını biriktirmeyi sever misin yoksa "kullan at"çılardan mısın?" diye sordu sırt çantasını omzuna yerleştirirken. "Hem de nasıl, anılar kütüphanesi adeta beynim,evim." dedim. "Ben de öyleyim biraz, anların kanıtlarını saklarım mutlaka. Ha sonrasında bulduğumda acı da verebilir mutluluk da, o kısmı da süprizi işin." diye karşılık verdi. "Mesela sen o kitabın kütüphanendeki varlığını bile unutup başka kitap ararken gördüğünde belki gülümseyecek belki görmezden geleceksin." dedi mimiklerimi takip ederek. " Bilmem." dedim, gerçekten bilmeyerek. Bu bir başlangıçtı biliyorduk ikimiz de. Yürümeye devam ettik ve sonra bir anda dönüp, takındığı ciddi ifadeyle sordu :" Dünyanın en güzel yeri neresi biliyor musun?"  Duraksadım: "Neresi?" dedim. "Az yana kaysana." dedi. "Ah Muhsin Ünlü !" diye karşılık verdim. "Biliyorsun!" diye şaşırdı. "Biliyorum." dedim gülümseyerek ve yürümeye devam ettik "birlikte."

9 Haziran 2013 Pazar

günün sonu.

Sıkıcı bir baş ağrısıyla yarenlik ettiğimiz günün sonunda, külçe gibi düşüveriyor bedenim koltuğa.. öylece.. Kulağımda kadife sesli adamın tınısında sevişen notalar, sesi açıyor, ışığı kapatıyorum. Ne zamandır iç sesimi susturuşuma inat, müziğin sesini dolduruyorum odama. Açmıyorum gözlerimi, uyuyor numarası yapıyorum kendime.. Sessizliğin huzuruna uzanıyorum, ellerimi üşütüyor sükunatin soğuğu.. Dakikalarca kalıyorum öyle.. Sonra nedensiz doğruluyorum, kalkıp yazmaya başlıyorum, gelişigüzel, çalakalem.. İçimden boşalıp gidiyor noktalar, virgüller, ünlemler..Olup biten sadece bu.. Sözcüklere gelince sıra, aceleci bir edayla umarsız yazıyorum ve nokta.. Hırsımın aklımı esir aldığı zamanlardaysa ünlem.. ! Sonunu bilmediğim cümlelerse üç noktayla bakıyorlar kağıttan yüzüme.. Anlatmak istediğim onca şeye karşın hiçbir sırrımı ele vermiyorum, "_mış,
_ muş" gibi yapıp üstünkörü anlatıyorum aslında. Söyleyemediklerim tortulaşıyor dilimde, küllükte biriken izmaritlerin kokusu yakıyor genzimi.. Dolaptaki şarabı yaren edip devam ediyorum yazmaya, susamış gibi, günlerdir nefessiz kalmış gibi telaşla, iştahla yazıyorum. İçimden akıp kağıda dökülen her bir kelimemi düşmüşlerse, düzeltiyorum kimi zamanda deviriyorum fütursuzca . İlk defa anlatmak istediklerimi anlatamıyorum,sancılanıyor ruhum. Kendimden saklamaya çalıştığım herneyse söküp almanın hırsıyla yazdıkça ben, kuytu köşelere saklanıyor duygularım. Kendimi duyamıyorum. Bir yabancıya söylenen, anlaşılır yalanları kendime sıralıyorum şimdi ve  deşifre edemediğim her cümle şarabın mayhoşluğuna karışıp, zihnimi bulandırmaya başlıyor. Hışımla son veriyorum yazmaya, bu bir durma eyleminden ziyade vücuduma dalga dalga yayılan bir isyana dönüşüyor.Hesaplaşmaya hazırlanıyorum kendimle fakat yeniliyorum, öğrenemiyorum yine..Son kadeh şarabımı içip, zihnimden uzak bir uykuya çıkmaya karar veriyorum. Kollarımla kendimi sarıp, bir ninniye eşlik edercesine sallanıyorum yorganın altında ve sonra yorgun düşürüyor beni,  soru işaretlerime noktayla cevap veremediğim her cümle. Anlatamadığım onca şeyin kelime kalabalığından ibaret geride bırakıyorum yazdıklarımı, kapatıyorum defteri ve zihnimin tozlu raflarına kaldırıyorum bir daha açmamak üzere..

"Old and wise" çalıyordu fonda..

8 Haziran 2013 Cumartesi

Hikayenin ortası...

"Günaydıııın" diyerek gürültüyle daldı odaya. oflarak karşılık verdim. "Hadi hadi nazlanmak yok bak saat öğlen oldu,kalk gidiyoruz." dedi burnuma minicik bi öpücük kondurup, üstümdeki örtüyü çekti hızla. Tekrar üstüme çektim örtüyü: "Ya bi saniye uyanmama izin yok mu?" diye mızmızlanırken ben o çoktan camı açıp ötüşen kuşları odaya doldurmuştu bile. Gülerek tekrar çekti üstümden  örtüyü ve bu sefer yanında götürdü. "Nereye gidiyoruz?" dedim. Cevap vermeden eliyle "hadi hadi kalk" işareti yaptı. Pes etmiştim, doğrulup kalkttım yataktan. Odadan kafasını uzatıp, havaya bi öpücük daha bıraktıktan sonra ıslık çala çala içeri gitti. Peşinden seslendim : "Bu ne enerji böyle, aşık mı oldun bakim?" İçerden seslendi: "Evet, sabah uyandığımda kalbimi esir almıştı uykucunun teki." Mahçup kız çocuğu gibi utandım biran. Sonra kalktım yataktan usulca. "Nereye gidiyoruz peki böyle apar topar, ohoo öğlen dediğin saat 9 muydu? E aşk olsun ama biraz daha uyuyabilirmişim."dedim. O esnada çantasını toparlamış halde yanıma geldi. "Sence karıncalar kaç yıl yaşıyordur?" dedi, yüzünde sanki gerçekten o anda tek merak ettiği şey buymuş gibi bir ifadeyle " Ha yani serzenişini duymuyorum, çabucak hazırlan demek istedin sanırım, anladım." dedim,   Aferin dercesine çenemi tuttu birkaç saniye. Bazen nazın dozunu kaçırıyordum belki ama seviyordum onunla didişmeyi. "Hadi hazırım ben gidebiliriz pek sürpizli yere." dedim. Abartılı el hareketiyle önümde eğilip yol verdi bana, gülüştük. Dışarda harika bir hava vardı. "Şimdi şu köşeden simit alırız, yanına da portakal suyu." dedi iştahla. "Peynir de alalım." diye ellerimi çırpttım, "Harika fikir hanımefendi" diyerek pastaneye doğru gitti koşar adım.  Dönerken elindeki poşeti kafa hizasına getirip, gülümsedi, çocuk gibiydi bu sabah. Simitten, çiçekten mutluluk emiyordu adeta. Çenemi tutup hafif kaldırdı ve "Evet bugün size özel bir gezi programı düzenledim güzel kadın, yolculuk süresince şoförü öpebilir, istediğiniz şarkıları son ses açabilir ve sıkıcı filmlerinizin size göre muhteşem anlarını anlatabilirsiniz uzun uzun." dedi ve son cümleyi kurmadan evvel elini çenemden alıp, muzipçe sırıtmaya başladı, biliyordu bozulacağımı. " Bir daha seninle film de izlemem, anlatmam da merak etme."dedim, büzdüğüm dudaklarıma  "şakaydı" öpücü kondurarak, kapımı açtı. Çıktık yola, son ses açtık müziği ve şarkıya eşlik ederek geçtik ağaçlı yollardan, Hala nereye gittiğimizi bilmiyordum, süprizin tadını çıkarmaya karar verdim, cd'den "like a stone" şarkısını buldum, çok seviyorduk bunu. Gözleri parladı. " Bunu aslında bizim grupla da çalmalıyız, çok güzel olmaz mı dersin?" dedi onay bekleyerek. "Olur tabi, senin sesine de çok yakışıyor hem bu şarkı."dedim bir elim ensesindeki saçlarıyla oynarken. "Tabi yaa, söyleyeyim çocuklara ben bunu." dedi. Nereye gidiyoruz sence?" dedi. "Yüreğimizin götürdüğü yere." dedim. "Çabuk in arabadan, kötü espirilerinden vazgeçmeden de gelme" dedi sert bir tonla, derken gülmeye başladık kahkahalarla. "Neyse henüz uyanamadığın için affediyorum, cevap hakkını da kaybettin, merak et" dedi dönüp "hak ettin ama" bakışıyla göz kırparken.  Üç saat kadar gittik, uyudum, uyandım, su içtim, şarkı söyledik, şoförü öptüm ara ara, uyudum derken "  İşte geldiiik" deyişiyle uyandım. Masmavi deniz karşımdaydı ve yeşil dallarıyla hoşgeldin diyen ağaçlar. Arabadan aceleyle inip, denize doğru koştum. " eee keşke mayolarımızı da alsaydık derken ben, bagajdan çıkardığı sırt çantasını işaret etti, boynuna atladım sevinçle. " İşte bunun için uykusuz da kalabilirdim."diye zıpladım olduğum yerde. Küçük bir çocuğu zaptetmek isteyen baba edasıyla elimden tutup, saçımı öptü. Gözlerimi kapattım, sanki açsam rüyam bozulacak gibi titredi kalbim.. Bu hikayemizin işte tam ortası, gün geçtikçe ilk başından ortasına, ortasından sonuna doğru dökülecek parmaklarımdan bu hikaye.. Şimdilik denizin kokusunu içime çekerken duyduğum sonsuz huzuru anlatmış oldum. Gelecek devamı, gün be gün..

Yeni

Alarm çalmadan açtım gözlerimi ( kamera yatağa kuşbakışı bakar ve gittikçe yaklaşır kızın yüzüne) Biraz daha uyuyabilirdim fakat perdeden arsızca göz kırpan güneş uykumu kovdu gözlerimden. ( Tül perdeden sızan ışık saçlarını aydınlatır kızın.) Günlerdir canımı yakan mengene kendiliğinden kalkmış gitmiş ve kibarca, uyandırmadan söndürmüştü içimin yangınını, teşekkür ettim sükunetle.( Kamera kızın gözlerine odaklanmıştır ve son damla yanağından akıp giderken takip eder damlayı) Bahar yaza dönmüştü, ellerimi iki yana açıp gerindikten sonra hızlıca kalkttım yataktan.        ( Kamera beyaz geceliğin altında ivedilikle zıplayan ayak bileklerine odaklanır kızın.) Su ısıtıcının düğmesine basıp, tüm pencereleri açtım, içime doldu doğan güneş.     ( Bu sahnede elleri ön plandadır kızın, kırmızı ojeleri fondaki ışıkla oynaşmaktadır.) Bugün  esaretini tamamlamış olmalı ki kalbim, aceleci bir kuş telaşıyla selamladı bedenimi, öptüm göğsümü parmak uçlarımla. Kabusun izlerini yıkadım yüzümden ve lavanta kokan havluyu içime çektim.  Bugün uykunun koynuna terk etmiştik acılarımızı ve gün başlamıştı yine tüm ahengiyle. ( Kamera dudağının kenarındaki gülümsemeyi çeker kızın ve kahvenin buharıyla buluşur.) Bol sütlü, şekerli kahvemi alıp balkona çıktım ayaklarımı sürüyerek.( Balkondaki sardunyalar ve tahta sandalyeye usulca oturan kızın,geceliği dans etmektedir esintiyle) Bugün "o"gündü, gün bugündü.. Rehavete kapılmadan dışarıya attım kendimi.  Rengarenk bir sabaha yakışır yeşil şalımı doladım boynuma, üstümde en sevdiğim kot elbisem..saçlarımı özgür bıraktım, kırmızı rujumu sürdüm, olmazsa olmaz.( Kızın etrafında dönen kameraya, rujun kırmızısı, şalın yeşili, elbisenin mavisi bulaşır)  Adımlarım sıklaştıkça, telaşın naifliğinde sütliman oldu kalbim, yarına gebe umutlarıma gidiyordum.( Kamera gökte dolaşmaya başlar ve yavaş yavaş kızın peşine takılır, sessiz adımlarla) Yürüdükçe yüzümü yalayıp geçen rüzgarın serinliği yayıldı tüm bedenime, yayıldıkça gülümser oldu dudaklarım.( Kışkırtan kırmızıya inat masum çocuk gülüşü peydah olur kızın yüzüne)İşte o gün bugündü, gün bugündü ve filmin esas kızı rüzgarda uçuşan yeşil şalıyla uzaklaştıkça uzaklaştı karanlığın çıkmaz sokağından, uzaklaştıkça yeşile boyadı geçtiği her yeri, ( Kamera kızın narin adımlarına yetişme telaşı yaşamaksızın takip etti tepeden tırnağa, uçuşan saçları yüzüne değdi yer yer.)  Ekranda "son" yazmadı bu sefer, son değildi zira yeni başlıyordu serüveni..)

22 Nisan 2013 Pazartesi

son

_ Çok mu içtin sen?
_ Bikaç bira işte..
_ Sayabildiklerin mi bunlar ?
_ Rahat bırak beni !
_ Gelsene sen, ağladın mı bak bana ?
_ Hayır.. soğuktan yaşardı gözlerim. Hem sen kendi işine baksana !
_ Saatin de farkında değilsin belli..!
_  Farkındayım ya da değilim !
_  Neyin peşindesin sen? Yoruyorsun beni !
_ Gidiyorum zaten..!
_ Saçmalama, nereye ? Hem de bu saatte.. Biraz abartmıyor musun? Buraya gel !
_  Rahat bırak beni !
_ Ne halin varsa gör !

Onu son görüşümdü bu..  Sevdiğim adamın en uzağıydı  olmak istediğim yer.. Geç bile kalınmıştı bu veda için. Günden güne yıkmıştı tüm kalelerimi ve bunu öyle ustalıkla yapmıştı ki, parmaklarına iplerini doladığı, kalbi onun için atan bir kuklaya dönüşmüştüm fark etmeden Kapıda kolumu çekiştirirken, vahşi bir hayvanın soluk alıp verişinden ibaretti bana öfkesi. Kedi gibi sokulmamış, bu sefer tırnaklarımı çıkartmıştım ona.. Nafile bir çabayla sarılmaya çalıştı , beklenmeyen bir güçle ittim onu, düştü. Beni hayatında ilk kez görüyormuş gibi baktı yüzüme. Kapıyı hızla çarpttım, geceyi böldü  gidişimin gürültüsü. Gözyaşlarım yanaklarımdan göğsüme inerken, koşar adım indim merdivenleri.  Caddeye kadar koştum  soluk soluğa.. Sabaha karşıydı, caddeden bi taksiye bindim. Adam Karadenizli'ydi belli, karekteristik bir burun, meraklı gözler.. Aslı'yı aradım, Cihangir'e gidecektik. Ben arka koltukta sessizce ağlarken, aynadan ara ara bakan şoför, peçete uzattı, mırıltıyla teşekkür ettim. Aslı kapıda uykulu ve şaşkın yüzüme bakıyordu. "Konuşmayalım nolur." dedim, sustuk. İlk bulduğum koltuğa bıraktım kendimi. Elindeki acı kahveyi önüme koyup, karşıma oturdu. "Anlat bakalım." dedi. "Bakmayalım" dedim eğreti bi gülüş asıldı dudağımın kenarına. "Çok komiksin, kelime oyunu yapma, noldu kızım, ne bu halin ?" dedi doğrulup. "Bir şey yok." dedim. " Bi s.ktir git, çocuk mu var senin karşında? Hem bi şey yoksa sabaha karşı, bira kokuları, ağlamış gözler eşliğinde geyik yapmaya mı geldin buraya? Kalk bi duş al, aptala dönmüşsün sen !" diye temiz bir azarladı beni. "Terk ettim onu." dedim ve irkildim, söze dökülmüş hali kaynar su etkisi yarattı bedenimde..  Hışımla kalkıp sigaraya uzandı. " Böyle olacağı belliydi zaten, adam paşa torunu sanki, tüm dizginleri verdin eline tabi, al seni tepti, iyi oldu sana.. yoo laf dinlemezsin sen zaten ! Aşkmış hadi ordan, yerim öyle aşkı be !" Gülümsedim, gülmeye başladım sonra kahkalarla güldüm dakikalarca. Panikle yüzüme baktı, sigarası elinde, külü düştü düşecek.. "Sen iyce delirdin var ya !" diye bağırdı bi anda. Sustum.. Şefkatle  "Noldu peki?" dedi. "Kavga ettik, olacağı buydu haklısın..  Bencil herif işte ! İşine nasıl gelirse öyle, ben artık konu mankeniydim zaten bu ilişkide, paşamız ne derse o !" dedim ve bunları o kadar hızlı söyledim ki, nefesimi düzenleyemedim o an. "Senin yüzünden kızım!" dedi, bu sefer rahat bi edayla yüzüme bakıyordu. "Seni akıllı bi kadın sanırdım ben hep ama yok sen süzme salaksın, hiç ağlama şimdi karşımda" dedi sesinin tonu sertleşmişti.. "Gelmiş bir de mağduru oynuyosun, bana baksana sen bu kaçıncı ha ? anlasana adamın sana zerre saygısı yok, ki sevgisi olduğuna da başından beri emin değilim ya,  ihanetlerine karşı üç maymun hep başarıyla sahnedeydi, affeden aşık kadın, yo aptal kadın demek daha doğru olur" dedi. Suçlu çocuk gibi yere bakıyordum ki telefonun sesine uyandım. Oydu arayan.Kapattım telefonu. Dalgacı bir edayla " Seninki şimdi iki bira içmiştir, birazdan da kapıya dayanır, sen de tıpış tıpış gidersin onunla, amaan aynı hikaye işte." dedi sigarasından nefes çekerken. "Bu sefer gerçekten bitti, dönmem." dedim. Yine o dalgacı ifadeyle kafasını salladı, inanmadı.  Kekeledim:" yo yo gerçekten bitti, ben kararımı verdim, zaten taşınıyorum, işten çıkarıldım bugün. Beyimize sorsan bu bile benim hatam ! Yok ama bu sefer son! " dedim tok bir sesle. Şaşırmıştı : " Bugün mü çıkarttılar? Ha sen o yüzden bakmadın tabi telefonlarıma, naptın gidip içip kendine mi acıdın? Sonra da kavga ettiniz ve tam acıların kadını oldun. Şu saçları gözüne düşürsen  Bergen'in modern taklidi olursun, aferin sana." dedi, güldük. Mutfağa gidip iki bira getirdi, yanıma oturdu, omzumu sarsıp "hey kendine gel be gamlı baykuş" deyip sarıldı bana.  "Seni ararsa burda yokum." tamam mı ? "dedim onay bekleyerek. "Tamam tamam bişi söylemem ama sen de kendine gel biraz." dedi. Kalkıp yüzümü yıkadım, aynada kendime baktım uzun uzun.. Arkamdan "Ne halin varsa gör." diye bağırışı çınladı kulaklarımda.. Bundan sonra öyle yapacaktım, ne halim varsa "gör"ecektim, böyle kör bakmayacaktım hayata. Aynadaki aksime göz kırpıp salona döndüm, kuş gibi hafiflemiş, kendime gelmiştim..

 Fonda 3 doors / here without you çalıyordu.

12 Nisan 2013 Cuma

Çocuk..

  Şimdilerde 30'una adım adım giden bir yetişkin gözüyle sana biraz akıl vermeye, kulağını çekmeye karar verdim çocuk, iyi dinle ! Ben çocukken senin şu müptelası olduğun"fast food" zincirleri henüz istila etmemişti çevremizi, midemizi. Ben ayaklarımın boşlukta sallandığı sandalyelerde oturur, yerdim yemeğimi keyifle. Öyle ambalajı rengarenk, kandırmacalı zehirler değil, doğal şeylerdi üstelik yediklerim. Şimdi sen uzun kuyruklarda bekleşiyor, nasıl imal edildiği meçhul yiyecekleri hızlıca tüketiyorsun, garsonu karnın zil çalarak beklemeden. Kanser saçan plastik, aptal oyuncaklar hediye ediyorlar bir de sana aldığın menü karşılığında, seviniyorsun haliyle . Dondurmacı amcanın türlü şakalarla, torpil yapa yapa külahına doldurduğu çikolata, kaymak yok zira bir makine sunuyor sana dondurmalıktan çıkmış,  donmuş kremayı. Şimdilerde sevdiğin  her şey sadece hevesten ibaret. Ben bayramda alınan bir çift ayakkabıyı eğilip eğilip silerken, sen aldığın hediyeleri de önemsemez oldun. Hiçbir oyuncağın kırılmadı çünkü o kadar çabuk sıkıldın ki, kaybolsa fark etmedin bile yokluğunu. Bense kafası kopan oyuncak bebeğime boncuk boncuk yaşlar döktüm..Sokaklarınızı aldılar elinizden, bu yüzden dizlerin  parçalanmış halde ağlayarak gelmedin eve, keşke gelseydin.  Bilgisayara bakmaktan sulanmazdı beynin, küçük yaşta numaralı gözlüklere mahkum olmazdın en azından. "Önüm arkam sağım solum sobe, saklanmayan ebe" diye çatlak sesinle bağırmadın hiç, bilgisayar oyunlarında düşman vurmakla meşguldün sen. Kardan adam yaparken: soğuk, ellerini yakmadı, o ara
avmlerde yüzünü boyuyordu sevimsiz palyaço taklitleri. Bir kitabın sayfalarında serüvene çıkmadın, türlü animasyonlar, 3 boyutlu filmleri izlerken bilmedin öldü hayal gücün. Sunulanı sevdin, tükettin,  sunulmayanı araştırmayı bırak, merak bile etmedin. Ortamda iki hava atayım diye :"Boş zamanlarımda kitap okurum."culardan biri oldun sen de, boş zaman işi değildir oysa kitap, dopdoludur her anı !Aptallaştırıldın çocuk !  Popüler kültürün burnuna dayadığı her b.ktan şeyi aldın ve yuttun.  Gereksiz bi ton bilgiyle doldu beynin, testten ibaret bir yaşamın a,b,c 'sinde koşturdun yarış atı misali ama kendi fikrin olmadı hiç. "Arkadaşa katılıyorum." sığlığında kaldın öylece..Bir filme delice tutulmadın, anneden izin koparıp gözlerinden uyku aka aka izlemedin o filmleri pazar geceleri. Bir kedinin, köpeğin başını okşayamadın " Pistir, hasta olursun." dendi ama sabah akşam cola içmene ses etmedi annen, üstelik havasız alışveriş merkezlerinde, bilgisayar başında nasıl da sağlıklıydın değil mi !?Yere tebeşirle sek sek çizmedin, saydam misketini güneşe tuttuğunda içindeki renk dalgalanmadı gözünde,günlük tutmadın, yine bilgisayar başındaydın çünkü.  Çocuk olmadan kadın olmaya heveslendirildin, televizyonda gördüğün şablon güzellerden biri olmak için  çocuk yaşta boyadın saçlarını, makyajsız markete gitmez oldun. Delikanlı çağlarında internet kafelerde gün doldurdun  durdun. Sen çocuk olmadın çocuk ! Yakan top havada dönüp yere düşerken bi renk tutmadın. Terli terli su içip hasta olmadın diye sevinme, aldığın radyasyonun seni nasıl hasta edeceğine üzül çocuk ! Çektirdiğin fotoğraflar anı niyetine değil, profil fotoğrafı olsun diye çekildi. "Bak ne kadar eğleniyorum." u kanıtlamak için yaşar oldun, cep telefonunun eline yapıştığını söylememe gerek yok herhalde?  Baktığın her şey anında tüketilen, ulaştıkların anında bıkılan, değerlerin  içi boşaltılan kavramlara dönüştü sen büyüdükçe. Dostluktan bihabersin: harçlığını paylaşmadın hiçbir arkadaşınla, kan kardeş olalım diye gizlice iğne batırmadınız parmaklarınıza. Özgür(!) bireydin, öyle demişti annen, baban "Önce sen, önce sen, hep sen" Sosyal ağında yüzlerce "arkadaş"ın var ama yalnızsın öyle mi çocuk? Şimdilerde sevgilerin de "fast food" misali hızlı ve tatsız. Telefon rehberinde belirli aralıklarla "aşkım" ın numarası değişiyor. Sahi öyle bir şey mi aşk çocuk? Herkes aşkın olabiliyor mu dersin kolayca? Karnında kelebekler uçuşmadı, nefesin kesilmedi, tatlı bir heyecanla uykusuz kalmadın hiç çünkü hızla tüketiyorsun, doyumsuz bir açlıkla aşkı da iç ediyorsun. Sonra da "anlaşamadık" oluyor cevabın. Ne zaman anlamaya/ anlatmaya çalıştın da ortak bir eyleme dönüşüverdi anlaşmazlık bu denli kısa zamanda ? Bir şarkıyı başa sarıp sarıp dinlemedin, içini yakmadı notalar çünkü şarkıların da kalitesiz, ucuz ve uçucu. Yalnızsın, kimsen yok aslında, öğretilmiş beklentilerinle mutluluğa kanat açıyorsun ve sen sana sunulanla bunları göremeyecek kadar toysun. Kızma bana, sen kör ebesin şimdi ve ellerinle havayı döverek arıyorsun mutluluğu, gözlerin kapalı.. Yazık sana be çocuk !

        Biterken "Yeni Türkü_ Başka Türlü Bir Şey" çalıyordu fonda..


Suçun büyüğü sende kadın !

Temeldeki savunu her ne kadar sonuna kadar katıldığım bi konu olsa da "kadına şiddete hayır" gibi söylemleri sevmiyorum. Başka bir türmüşüz gibi izole ediyor, ötekileşmeyeyim derken, atıyor hemcinsini ikinci plana. Tepki çok yerinde ama üslup yersiz. Gerçek tüm çıplaklığıyla karşımıızdadır aslında. Ortaokul kitaplarının klişe tanımlamasından henüz çıkamamış bir toplum olarak (bkz:gelişmekte olan ülke) kadının dolayısıyla insanın değer görmediği çokça olaya tanıklık etmekle kalmıyoruz, kanıksıyoruz artık. Haberlerin en çok iki dakikasını dolduran sivil toplum örgütlerinin kadın hakları uğruna verdiği mücadeleyi, dövülen, işkence gören, öldürülen kadınları izliyoruz boş boş. Kimsenin birbirini dinlemediği açık oturumlarda ele alınıyor kadın, konu sıkıntısı çekildikçe. Kadının, kocası, eski kocası, sevgilisi, eski sevgilisi, abisi, kardeşi "namus" uğruna her türlü yaptırımı, işkenceyi ve hatta ölümü reva görüyor kadına ve toplumun büyük kısmı onaylıyor huşuyla. Henüz bugün izliyoruz 16 yaşında bir genç kızı cafeye gittiği gerekçesiyle babasının bıçakladığını, abisinin de suça ortak olduğunu. Benzer çokça olayın yaşandığı aşikar,tutup son yıllarda ne kadar kadının öldürüldüğünden, şiddet gördüğünden bahsetmeyeceğim, derdim başka. Hani hep yükleniyoruz ya erkeklere, hani onlar ya kadını değersiz kılan, ezen, üzen, öldüren... Suçun büyüğü onların değil aslında: kadın suçlu, kadın erkekten daha suçlu bunları yaşadığı , yaşayana göz yumduğu için ! Nasıl mı? Buyrun..  "Kız kısmısı" diye başlayıp onu yapmaz, bunu etmez diye sıralayacağım onlarca cümle var büyürken duyduğumuz ve bunları hep kadınlardan duyarız. "Erkeğin elinin kiri" "kadının namus lekesi"dir bizim gibi toplumlarda. Yolumuz, rolümüz bellidir. "Yuva" olgusu omuzlarımızdadır henüz oyuncak bebeğimizle oynarken. "Yuvayı dişi kuş yapar." öte yandan "yuvayı yıkar bir kadın" ve baktığınızda kadındır bel kemiği, sözüm ona cennet ayakları altındadır anaların ama babaların birçoğunun ayağı altında ezilir gider o kadınlar, "dayak cenneten çıkmadır" ya nasıl olsa! Peki kadınlar değil midir yetiştiren bu erkekleri? Kadınlar değil midir aslansın, koçsun, yiğitsin diye sırtını sıvazlayan, emrine kul köle, yoluna hizmetçi olan ve o erkeğin bilinçaltına "annem gibi köle" kadın ibaresini kazıyan? Kadın değil midir, kızına :"Kocandır, döver de sever de" diye akıl veren? Yine kadın değil midir, "erkektir yapar, erkektir eder" diye diye kocasının, oğlunun nezdinde tüm erkeklerin her düşüncesini, eylemini meşru kılan? Özetle: kadını sevmez kadın, erkeklere gerek kalmaksızın onlar idam sehpasını iterler. !"Kocasını elinden alan kadına" küfürler savururlar; sanki aciz, iradesiz bir varlıkmış gibi erkek. Dişi köpek kuyruk sallamazsa diye başlayan çirkinlik abidesi cümle kadınların ağzında sakızdır ve erkek nasıl da masumdur, nasıl da savunmasız (!)  Birkaç yıl önce bir ilimizde kadın sığınma evi inşaatını basıp eylem ykadınla çatışır.  "Gelin_kaynana" geçimsizliği dillere destandır gel gelelim "kayınpeder_damat" geçimsizliği kronik bir durum değildir hiçbir toplumda. Bu bile başlı başına kadının kadına nasıl tahammülsüz, hoşgörüsüz olduğunun açık kanıtı ve cevabıdır birçok yanıtsız soruya. Kadın kendine "kadın" diyemez utanır, yakıştıramaz hatta.. Evet, sütten çıkmış ak kaşık değildir erkek ama kusura bakma kadın sen de "kapkara"sın bu yaptıklarınla !!apan, mikrofona tüküre tüküre " kocalarımıza yan bakarlar, yalnız kadınların mahallemizde işi yok." diyenler de kadınlardır. Sokaklar erkeklerindir, kadının işi yoktur akşam ezanından sonra. Gece dışardaysa "aranıyordur" o kadın ve hak eder tacizi de tecavüzü de . Öyle ya ne işi vardır, dizini kırsın otursundur onların aklınca. "Elinin hamuruyla erkek işine karışmaz kadın"  durduğu yeri bilecek ki takdir görecek erkeğinden! Erkeğini elinde tutmak, dışarıya kaçırmamak "kadınlık görevi"dir, adam gittiyse "eksik kadın"dır, onun kabahati yine(!) Bakalım sosyal, ailevi ilişkilere: geçmişten bugüne kadın  kadın kadınla çatışır.  "Gelin_kaynana" geçimsizliği dillere destandır gel gelelim "kayınpeder_damat" geçimsizliği kronik bir durum değildir hiçbir toplumda. Bu bile başlı başına kadının kadına nasıl tahammülsüz, hoşgörüsüz olduğunun açık kanıtı ve cevabıdır birçok yanıtsız soruya. Kadın kendine "kadın" diyemez utanır, yakıştıramaz hatta.. Evet, sütten çıkmış ak kaşık değildir erkek ama kusura bakma kadın sen de "kapkara"sın bu yaptıklarınla !!

30 Mart 2013 Cumartesi

Bırak olsun !



   Kendini dünyanın merkezi sanıyordu. Bir ölçüde yanıldığını söyleyemem zira ben tutmuştum kendisini dev gibi gördüğü aynaları, sıkılmadan, memnuniyetle ve sonra yer yer  hezimete dönüşen bir metanetle.. Büyük bir hırsla kontrolüme bağlılığım ve kaybetmekten delice korkan hallerimden eser kalmamıştı. Özgür bırakmıştım kontrolünü sağlamaya çalıştığım her şeyi, tek tek.. Kafesin kapısını açmış, uçmasını beklemiştim ruhumu mengeneyle sıkıştıran o hissin..  Severdi konuşmayı ve bunu öyle ustalıkla yapardı ki hayran bir kız çocuğu gibi elim ayağım karışırdı kimi zaman karşısında. Dudaklarından dökülecek her cümlenin noktasından virgülüne doğru olduğuna emin vücut diliyle, bunu tartışmaya açık bir fikirmişçesine sunması: oyununa ayrı bir keyif katardı ve ben eğilip teker teker alırdım yerden yok yere ayrı yazdığı kelimelerini, fazladan ünlemlerini toplayıp ellerini birleştirdiği hizaya koyardım usulca.. Rüştünü ispat ettiği anlarda, arkasına yaslanır ve zafer gülüşünü üflerdi yüzüme. Bense yenilgimi görmez, büyük bir tutkuyla bakardım ona, tepeden tırnağa.. Delice bir iştahla dinlerdim onu, sabırsız bir öğrenci açlığında nefesimi tutar, saatlerce yörüngesinde kalırdım öylece. Bana sorduğu soruları bile havada kapar, başlardı uzun uzun anlatmaya, bakakalırdım havada süzülüp dudaklarında kaybolan soru işaretine. O kendini, ben onu özetle ikimiz birden onu seviyorduk ve bunu öyle özenle yapıyorduk ki olası bir bahar nezlesine bile kapılsa , pamuklara sarıyor dünyadan koruyordum onu güçsüz bedenimle, o da tüm kibarlığıyla teşekkür ediyordu gözleriyle. Koşulsuz bir kabullenişle aklımın iplerini teslim etmiştim ellerine ve parmak ucumda yürür olmuştum uykularından nedensiz uyanacak korkusuyla. Bırak ne olacaksa olsun, bırak olsun emrini vermiştim nefsime ve kendim dahil hiçbir etkenin onu benden almaması için tüm tedbirleri aldığımı sanmıştım, ödediğim ilk bedelse kontrolüm olmuştu, peşinen ! Daha az konuştuğu günlerde paniğe kapılır olmuştum, elinde bir kalem saatlerce odaklandığı kitabın satırları arasında kaybolurdu böyle zamanlarda, bense saçlarının alnıyla birleştiği noktadan sessiz noktalarımla süzülür, gözlerinde biraz oyalanır, tam dudağının kenarına indiğimde kalp gümbürtümü duyacak diye, başımı öne eğerdim. Böyle anlarda yutkunmayı unuttuğum bile olurdu. Arada bir ses duymuşçasına irkilip, yüzüme baktığında sakinleşir tekrar kapılırdı satırların dehlizine. Nefesi sigara ve kahve kokardı mütemadiyen ve saçlarımı severken sanki bir ayinmiş gibi hiç konuşmaz, uzun  uzun içine çekerdi kokumu, yolculuğa hazırlanır gibi.. Aramızda görünmez bir sınır çizgisi vardı ve bana öğretmen edasıyla tane tane anlatırdı meramını ve bilirdim  zerre arkada kalmazdı gözü, bilirdi iyi not tutardım çünkü. Davetkar günlerin gecelerinde buluşur, özlemin itirafını yapardık, kollarımız sarılırken birbirimize. Şarabın mayhoşluğunda dalgalanırken varlıklarımız, müziğin sesini biraz daha açardı, parmaklarına kaçamak bir bakış atar, iç geçirirdim, yanağıma küçük bir hediye bırakırdı o da.. Dans ederdik zaman mefhumu olmaksızın, bazen güneş selamlayana dek dünyayı ve uyuyakalırdık sabahın koynunda. Gizli bir anlaşmamız vardı ve plan yapmazdık, unuturduk yarım kalmış cümleleri, üç nokta... Vakitsiz çalardı kapımı, zamansız bir aşkın, emrivaki koşuşturmalarına inat : naif, bir o kadar sakin severdi beni. Ben mi? Tarifleyemiyordum çoğu zaman.Kendime saklıyordum gördüğünden fazlasını, konuşamıyordum bazen ve şikayet etmiyordum bu halimden. Biliyordum ki, elimde tuttuğum bu kitabın bir ayraca ihtiyacı yok, zaten okuyordum sadece okuyor.. Sevdiğim bir filmden sesleniyordu adamın biri: "Her şeyi kontrol etmeyi çalışmaktan vazgeç. Bırak ne olacaksa olsun. Bırak olsun."
       Biterken "Pink Martini_ City of Night" vardı fonda..

29 Mart 2013 Cuma

Burnum düşse eğilip almam !

  Şimdilerde yeni kararlar aldım, şöyle bi silkelenip kendime geldim vallahi de billahi.. Burnum düşse eğilim almam, kediler yesin bana ne ! "Sen bilirsin." , " Fark etmez" lügattan çıktı. "Ben bilirim." demeye karar verdim. Karar verdim lakin karar aşamasında kalacak diye de çok büyük konuşmayayım diyorum ama yazmış oldum bir kere. Olmadı "Ben öyle demek istememiştim esasında." diye felsefik havaya bürünmüş, saçma bi açıklama yapabilirim. Neden olmasın? Siz de öyle yapmıyor musunuz? Hah demem o ki : Burnum düşse eğilim almam!  Hem ne yoracakmışım kendimi, düşen o, yem olan da o olsun kedilere  hiiç uğraşamam ! Böyle  bi yürek burkuntusu, kalp çarpıntısı kadar olamaz ya acısı..  Neyse, kendime hadi diyorum kalabalığa karışayım, dudaklarıma parlak, yapışkan kiraz renginde ruju sürüp, çekiyorum topukluları ayağa. Öyle tıngır mıngır yürüyeyim derken, yer yer dengem bozuluyor, dudaktaki yapışkanı da yiyorum durmandan. Fönlediğim saçlarımı sağa sola atıyorum, pek havalı duruyor diğer hatunlarda ama bende muhtemelen sinek kovalıyormuşum görüntüsü yaratıyordur.Bakıyorum olmayacak böyle, gidip kendime bol sütlü, şekerli bi kahve söylüyorum, bi yandan uzun uzun izliyorum gelen geçen insanları, sıkılıyorum. Sonra kalkıp otobüsün arka koltuğunda uyuyakalıyorum eve gelene kadar.  Uykumu yer yer bölen "gangnam style" telefon melodili insanlara sevgilerimi yollayıp, tekrar dalıyorum.. Şimdilerde  böyle televizyonu açtığımda elim gidiyo pop kanallarına, küvetlerde pür makyaj acı çekerken kadınlar, kaslı kollarıyla "gitmeseydin keşke"diyor er kişiler. Biraz sesini açıyorum hep aynı " yok ben seni sevdim, sen gittin, giderken de fena gittin hani, gitmeyeydin iyiydi, aman iyi de oldu, aslında özlüyorum öyle dediğime bakma." temalı yüzlerce aptal şarkı akıp gidiyor ekrandan. Böyle gözleri kısa kısa bakıyor kameraya terk edilen, "vay efendim hiç
mi sevmedin, yalanmış meğer o sözler, ben sevilmeyecek adam mıyım, böyle kadını bi daha zor bulursun." var alt metinde ki böyle acı sosuna bulanmış şarkıların bi kısmının vur patlasın çal oynasın ritimli oluşundaki ironiye aldırmadan kalkıp iki gerdan da kıvırıyorum, yalan yok hani.. Kimilerinde de böyle kasvetli bi rengi oluyor klibin, adamceğiz boş sokaklarda ağır aksak yürürken nakarattan giriyor vurucu cümleler, bi sigara daha yakıyoruz, zaten yakacağız da işte adamın yalnızlığı, kamera açısı, keman tınısı da bahanesi olmuyor değil hani. Şimdilerde aynı sohbetleri ediyoruz farklı bünyelerle, kat kat sarmalıyoruz gerçekliğimizi, eğiliriz de dekolteden es kaza ruhumuz frikik verir diye bir elimiz hep göğüs hizamızda "eyvallah" dercesine hazır ola geçiyor hafif sallandığında bile bedenlerimiz. Bazen de bizi bize anlatıyor karşıdaki, aman gözlerimiz bi fal taşı gibi açılıyor, bi yandan kınıyoruz. "Böyle insanlar var mı ya, inanmıyorum ne acaiplik vs." diye kendimizi oyundışı bırakmaya çalışıyoruz ve hepimizin içsesi eminim : " Hadi ordan sahtekar!" diye serzenişte bulunurken, yalancı bi kahkaka atıyoruz sesi bastırmak için. Benzer yalanları dilimize dolamış olmak kimi zaman, karşı tarafı dinleme zorunluluğunu kaldırıyor ortadan, güzel de oluyor, o an yoldan geçen adamın aceleyle koşuşuna, kadının telefonla konuşurken eş zamanlı olarak çantasından herhangi bir şey arama mücadelesine, bir çocuğun annesinin elinden kurtulup koşma isteğine odaklanmak bile daha keyifli olabiliyor çünkü.. İyi bir dinleyici değilim evet, bazen çok da konuşurum o da bir gerçek, e dedim ya baştan burnum düşse eğilip almam diye, sana mı nezaket göstereceğim sevgili konuşmacı? Şimdilerde hep aynı cümlelerle seviyoruz(muyuz?) birbirimizi ve "bizim zamanımızda" diye başlıyor söylemlerimiz ve evet yaşlanıyoruz.. Şimdilerde baharın kucağında tatlı bir huzurla uzanıyoruz bir hamakta, bi kelebek gelip konuveriyor burnumuza.. O zaman salt saf bir gülümsemeyle rüyaya dalıyoruz, zihnimizde çok sevdiğimiz şairin dizeleri oynaşırken, aşka dokunuyoruz parmak uçlarımızla, uyanıyoruz sonra.. Şimdilerde yaşıyoruz..  

 An itibariyle fonda "Yeni Türkü_ Maskeli Balo" çalmakta..

İç Savaş

"Uykun varsa gideyim." dedi. Parmak uçlarımla yavaşça yukarı ittim gözkapaklarımı, derin bi nefes aldım: "Görmüyor musun, cin gibiyim, ne uykusu bu saatte?" dedim omzumu şımarıkça silkerek. Sandalyenin kenarına gelişigüzel attığım hırkama uzandı eli, omzumu örttü itinayla." O zaman bi kahve yapayım, yorgunluğumuzu alır hem. "dedi sesine neşe katmaya çalışan bi  tonla. Mutfaktan heyecanla gelip "Çikolata da varmış!" dedi. Yalandan çocuksu bi sevinçle ellerimi çırpttım, göz teması kurmadık.. " Sözüm ona şeker tüketmeyeyim derken sade kahve içip, bu kadar çikolata yemem biraz çelişkili değil mi yahu? "dedim cümle kurayım diye sırf,  "Normal olduğun sanrısına kapıldığımızı kim söyledi?" dedi yüzünde yine o "şaka yapıyorum ama ciddiyim de "bakışıyla.Televizyona odaklandım, sevdiğim grup gelmişti konsere, seslendim içeriye, "Bu herifler de bakma bozdu kendilerini,  üç beş ergen dinleyici kapmak için! " Kafasını kapıdan uzatıp :" Eski kayıtları iyi ama hem hiç çamur atma adamlara, hala biraz çakır keyif olunca başka bir şey dinlemiyorsun." diyor.Kahveden önce kokusu gelip yerleşiyor odaya. Kahvenin yanına birer mentollü sigara yakıyoruz, karışıyor kafein, naneye.. dans ediyorlar uyumla. "Sen yine mi az uyudun?" diyor bu sefer gözlerimi yakalayıp, "Yoo uyuyorum aslında." diyorum kahveden acele bi yudum alırken. "İyi misin?" diyor. "İyiyim." diyorum, inanmıyor.. Aklına dahice bi fikir gelmişçesine parmağını şıklatıp :" Hani şu yeni elemanlar sahne almaya başladı diyordum ya, oraya mı gitsek, açılırız, keyifleniriz."diyor. "Halim yok, kalabalığı çekemem şimdi." diyorum. Dudağını büzüyor, o an beş yaşına gidiyoruz birlikte, sigara paketine uzanıp bi dal daha yakıyor duman duman..Gönlünü almak istercesine "Dizi izleyelim mi?" diyorum , o omzunu silkiyor bu sefer. Israr etmiyorum.Televizyonu kapatıyorum, bilgisayardan Norah Jones klasörüne gelip, hepsini atıyorum listeye.. "Bu kadın da kavga ediyor şarkıyla ama bunu öyle sakin yapıyor ki, senin gibi.." diyor. Susuyorum.. Turn me on çalıyor, susuyoruz. Doğrulup, bağdaş kuruyorum, bi sigara daha yakıyorum. :" Ya senin öve öve bitiremediğin filmlerin? Çok şey anlatıyormuş gibi yapıyorlar, bişi anlamamış olarak jenerikteki isimleri okurken buluyorum kendimi !" diyorum. "Anlamaya çalışmıyorsun ki, gelemiyorsun zora !" diyor koltukta biraz daha yayılıp, bi nefes daha alıyor sigarasından.  Yutkunuyorum, öfkelendiğimi anlamamalı zira o anlarda üstüme gelmekte hiç sakınca görmüyor ve iyi savaşıyor benimle. Rahat görünmeye çalışırken, dudağımın kenarına iliştirdiğim, sinirli, tıslayan bi gülüş savuruyorum havaya. " Ben zora gelemiyorum öyle mi ??" diye çıkışıyorum, ses tonum yükselmiş, tutamıyorum. "Evet" diyor. "Gelemiyorsun hem de hiç! Şu haline bak, kendine acımaktan başka bişi yapmaz oldun son zamanlarda, utanmasan dışarı da pijamayla çıkasaksın, gerçi çıktığın da yok ya. " Dudaklarımı ısırmaya başlıyorum. "Tabi ya dışarı çıkmadık diye huzursuzluk çıkartmasan rahat edemezdin değil mi !" diyorum. Dalga geçer edalarla alkışlıyor beni, yüzünde en sevmediğim ifadesi, çok bilen insan! " Aferin, aferin tam da buydu derdim. Öyle de basitim ya ben, bundan huzursuzum." diyor. Yetmiyor yerinde doğrulup, işaret parmağını abartılı bir şekilde yüzüme doğru sallayıp: " Hırçın bi kediden farkın yok! Ne zaman elimi uzatsam ya tıslayıp, tırnak atıyorsun ya da ısırıyorsun ve sanki baş düşmanınmışım gibi gözlerini kısarak bakıyorsun yüzüme!" Cevap vermiyorum, sakinliğimi korumaya çalışıp, kalkıp mutfağa yürüyorum ayaklarımı sürüyerek, "Terliğini giy."diyor arkamdan," İlaçlarını da alıyor musun almıyor musun belli değil, yemek de yemiyorsun zaten,  bu da bi tür isyan değil mi? Tabi ya acıların kadınısın ya, kendine bakacak değilsin öyle ya." diyor. Hızını alamıyor hala konuşmaya devam ediyor bıdı bıdı.. Dolaptan suyumu alıyorum, makyajımı temizliyorum öyle üstünkörü, saçlarımı tepeden toplayıp yatağıma gidiyorum, daha fazla dinleyecek halde değilim kendimi.. Diğer yarımı öyle bırakıp, gidiyorum ve  salonda kimbilir daha kaç sigara eşliğinde homurdanıp, bana kızıyor gece boyu. İç savaşım içimi bunaltıyor. Yorganı çekiyorum kafama, sakinleşiyorum.. Yastığın altına elimi usulca uzatıp yüzümü uykuya çeviriyorum. Nasılsa sabah aynadan muzipçe gülümseyip, günaydınlaşacak benimle "ben" ve en azından bi süreliğine ilan ettiğimiz bu ateşkesin gölgesinde, hiç savaşmamış gibi saçlarımızı baharın melteminin uçurmasına izin verip, fallar kapatıp,hayaller kurup, ısınacağız birlikte sabahın ayazında ve
uykulardan tembelce uyanacağız sarmaşdolaş..
      Biterken fonda " Led Zeppelin_ Dream on." çalmaktaydı.

15 Kasım 2011 Salı

Film tadında olaydı şu acılar, yaşamaya doymaz idik !


                                                       
                                                                                     

   Elimde değil kıskanıyorum ben o kadınları! Filmlerde gördüğümüz hani şu mağrur ve cilalı acılar yaşayan kadınları.. Mesela biz terk edilince, sevgiliyle sorun yaşayınca, depresyona girince, sol yareden boynuz yiyince alabildiğine dağılıyoruz, kuaförün yolunu, allığın yerini unutuyoruz ya yok anacım bu filmlerdeki hatunlarda yok bu. Biz böyle acılar deryasında kulaç atarkene bildiğin seriyoruz kendimizi arkadaş. Dizleri çıkmış eşofmanlar, dağınık saçlar, bol hırkalar, alınmamış kaşlar ve şiş gözlerle maymun gibi geziyoruz ortalıkta. Oysa bu filmlerdeki ablaların üstte saten gecelik , altta ponponlu hafif topuklu terlikler, efenim kapı çalarsa üste alınır bi sabahlık, saçlar yapılı, elde viski, pembe pembe yanaklarla salınırlar evde, ince sigara yakılır şuh el hareketleriyle. Fonda dingin ya caz ya klasik bi müzik esintisi olur, bizse led zeppelinden İbo’ya hızlı manevralar yapmak suretiyle geçme yeteneğine sahibiz. Abla öyle mi ama? Hülyalı bakışlarında biriken yaşları sessizce döker, ipek mendille de siler bi güzel, Biz de “böhüü böhüü diye salya sümük , ağız açık ağlarız o surat pancara döner. Esas abla çok ağlamaz bizim gibi. Beyaz kedisini kucağına alır, böyle bacak bacak üstüne atınca da hafiften bi sıyrılır etek, eller manikürlü falan filan.. Baksan abla acı çekiyo, o ilk sahnede öptüğü yakışıklı adam yani sevdiceği sarışın bi tazenin kollarındadadır o an amaaa bizim esas abla alabildiğine bakımlı, güzel. Kıskanıyorum yahu delice ! Biz böyle evde pinekleriz paso, sigaralar içilir leş gibi olur oda, Güç bela çıksak da altta yine o rengi soluk eşofman, üste mont giyeriz paçoz paçoz ammaa esas ablam saçlarını tek hareketle ensede topuz yapar, siyah elbisesini giyer, gerdana takar inciyi çıkar dışarı, kamera da peşinden narin bileklerine odaklanır acılı, mağrur kadının. Şimdi tutup aman işte yönetmenin amacı neydi, hangi sinema akımı idi, gerçek ve kurgu arasındaki fark ne idi falan gibi dipsiz kuyu analizlerine girmeye hiç gerek yok. Sonuç şu ki :Film tadında olaydı şu acılar, yaşamaya doymaz idik ! Gel gör ki : “Sen kendine bir içki koy, ben de üstüme hafif bir şeyler alayım.” tadında yaşanmıyo bizim burada işler. “krema bitmiş, üçü bir arada içer misin? üşüdüysen hırka vereyim.” eksenli diyalogların insanıyız, özeti budur. Öyle elde fiski, saten sabahlık falan hoş ama yok durmaz bizim bünyede, altta dizi çıkmış eşofman, üstte tüylenmiş hırka depresyon günleri yaşanır ve biter.. Yine de kıskanıyorum o ablaları yalan yok ! Bitirirken sevgili Bob Abi’mi saygıyla anar şu cümleleri kulaklarınıza küpe niyetine yazmayı borç bilirim hatunceğiz dostlarım : “Gerçek şu ki: herkes seni incitecek. Yapman gereken tek şey acı çekmeye değer birini bulmak.” ( film tadında olaydı iyiydi.)


Şimdilik bu kadar ve fonda “ Norah Jones_ Thinking about you “ çalar

12 Kasım 2011 Cumartesi

Bazı Erkekler_ Volume 1

1_ Bazı erkekler kelime dağarcığını geliştirmez, yorulmayı sevmez ve önüne gelen her kadına benzer kurları yapar, aynı cümleleri, kurar, aynı hitapları kullanırlar. Yerseniz !

2_ Bazı erkekler size sahibinizmiş gibi davranırlar. Baktığınızda kendi hayatına sahip çıkamayan bu bünyelerin bu halleri bi tür varoluş çabasıdır. Siz ondan önce nerde ne yapacağını, ne giyeceğini, nasıl konuşacağını, kimle konuşup, konuşmayacağını bilmeyen varlıklardınız çünkü ve eveet kurtarıcınız(!) geldi artık. “Höyt bu etek ne böyle, o ruj çok koyu değil mi, o çocuğu gözüm tutmadı, sen hala dışarda mısın” ve türevindeki baskılama cümleleriyle hatun kişiyi yörüngeye alan erkek kişinin o yörüngesine giren hemcinslerim kedi canınızı yerler ne diyim.

3_ Bazı erkekler “çok çapkınım heytt ulen uçana kaçana” muhabbeti yaparlar ortam kızışsın diye hiiç oralı olmayın anacım akşam pijama,tv modunda ağzı açık uyuyakalıyo bunların alayı.

4_ Bazı erkekler detaylıca, uzunca düşünüp kafa yormazlar. Bundandır ki onlardan “evet” “hayır” “olabilir.” “belki” tadında cevaplar alırsınız. Öyle bol bağlaçlı cümleler duyamazsınız sıkça. Sarhoşsa kurar o ayrı ama “öpüjeem abijimm” moduna geçilir, komik de olur, eğlence bol.

5_ Bazı erkekler geçmiş ilişkilerde aldıkları yaraları öyle dramatik hale getirirler ki kadın “kıyamam amaa ben sanaa” diye göğsüne yatırır anaç anaç. Adamın hayatında bir milat olacağı sanrısına kapılan kadının yanılgısını anlaması çok uzun sürmez. Erkeklerin birçoğu anlık yaşar.

6_ Bazı erkekler güzel kadın arar, güzel bi kadın bulduğundaysa bu güzelliğin hesabını çatır çatır sorar. Karalar mı sürsün yüzüne hatunceğizler?

7_ Bazı erkekler diğer erkeklere anlatmak için yaşar. Çoğu zaman ortamda namı yürüsün diye yaşamadıklarını anlatan erkeklerden bahsetmiyorum bile.

8_ Bazı erkekler kadını şımartmanın raconu sarsacağından korkar ve kontrolü elinde tutmak adına böyle kasım kasım kasılır, heytt hüytt yakarım, yıkarım, sevdim mi adam gibi severim, ya benimsin ya kara toprağın arabeskine, asabiyetine fazlaca kapılır. İşe yaradığı anlar boldur, ki “masaya vurdu muydu ses getiren erkek” klişesi de burdan doğmuştur gizli bi hayranlık duymak suretiyle.

9_ Bazı erkekler her türlü hakareti kaldırabilirken “erkekliklerine” laf geldiğinde gözü döner, delirir, kızgın boğa misali oraya buraya saldırır ve hatta kan dökerler. Bu toplumun onlara empoze ettiği cinsel kimliğin, karakterlerinden hep birkaç adım önde durduğuna açık bir kanıttır.

10_ Bazı erkekler sanıldığı gibi karmaşık değildir. Düz, basit  mekanizmalarının açılımı: “sebep_sonuç”tan ibarettir. Amaç_sonuç” mu demeliydim?

Şimdilik bu kadar ve fonda “why does it always rain on me” çalar !

Bazı kadınlar_ Volume 1

1_ Bazı kadınlar kendilerini zeki, siz erkekleri de alabildiğine salak sanırlar. Kendilerince, zekalarını küçük kız çocuğu taklidi yaparak kamufle ettiklerini düşünür, naz ve kapris ikilisiyle size her istediklerini yaptırırlar( mı?)

2_Bazı kadınlar kızacağınızı bildikleri bir şeyi sırf kışkırtmak adına yaptıktan sonra “aaa hiiç farkında değilim aşkoom.” tribini yaptıktan ve bu eli kazandıktan sonra içleri rahatlamış bi halde bi de sokulurlar kedi gibi değil mi? Mır mır da mır mır

3_Bazı kadınlar   hayatınızı karıştırıyolar ya haberiniz yok ya da salağa yatıyosunuz. Telefonunuzu karıştırmakla kalmıyorlar bir de an be an takiptesiniz facebook, twitter, vıdır vıdır diğer sosyal ağlarda. Bilseniz ağa düştünüz yazık.. Saçları tepeden toplayıp, ayıcıklı pijamayı totoya geçirdikten hemen sonra laptop açılır ve hatun bağdaş kurar önünde. Tehlike çanları ! “Hımmm Ece fotoğrafını beğenmiş, bu kız kim yeaaa.” “Fotoğrafına da yorum yazıp duruyo şu Nazlı uyuz oldum kıza, baksana hep kızlarla arkadaş pfff.” Şeklindeki yakınmalar ve sinir küpü olma halleri bilseniz haberiniz olmadan nasıl fitil fitil gelecek o burunlarınızdan.

4_Bazı kadınlar siz yanlarında küfür ettiğinizde, geğirme, gaz çıkarma vs. gibi durumlarda. “ayyy iğrençsiinn, kabasıınn ıykkk aşkoomm” deseler de yemeyin abicim. Kendi aralarında senfonnik orkestra kuran kadınlar var ve gün yüzüne çıkmamış küfürleri ilk kadınlardan duydum valla.

5_ Bazı kadınlara kuracağınız cümlelerin çok derin, felsefik manalı olmasına hiç gerek yok. Basit cümleler kursanız da kadın “acaba ne demek istedi” diye diye o cümleden koca bi paragraf yazar.Bazen bu eylemi toplu halde kahve içen kadın grubu yapar amanın aman yazıkk o erkeğin halinee alır bi o duvara çarparlar bi bu duvara.Çoğu zamanda bu hırpalama işleminde yalnızdır hatun. Örnekse: Erkek telefonda “canım yoldan geldim, çok yorgunum. Bi sigara içip uyuycam” demiştir. “Peki aşkoom” diye telefonu kapatan hatun tavşanlı terliklerini sürüye sürüye gider kahve yapar sonra gelir bağdaş kurar laptop başına ki o ara kontrol etcek ya ! Hastalıklı çalışıyo o an program. Sonra başlar beyin fırtınası: “ Yoldan geldi de ölmedi ya, niye yorulmuş bu kadar? Yoksa yoksaaa? Aman tanrım sigara mı içicem dedi o? Aldatıyoo beni şerefsizzz böhüüü.” Ve sonra yakın kız arkadaşı arayıp 3 saat durumu analiz ettikten sonra “ama aşkoom yapmaz öyle şeyler’le, erkektir belli olmaz” arasındaki o ince çizgide uyuyakalır hatun rimelli gözlerle..

6_ Bazı kadınlar etrafa dağıttıkları mavi boncukları sanki kendileri değil de Kızılay dağıtmış havasında, bihaber (!) edalı edalı yürüyüp giderler zavallı platonik er kişilerin hayatından. Hangisi tutarsa diye olta sallamışlardır oysa erler deryasına hey gidin ! ah vah tüh

7_ Bazı kadınlar yalnız kalmaktan korkttukları için işlerini sağlama almadan bi adamı kolay kolay terk etmezler. Müstakbel sevgiliyle flörtöz hallere çoktan girmiştir gelip çat diye terk ediyosa ve siz “len ne güzeldi her şey” hissindeyken hala.

8_ Bazı kadınlar “sana güveniyorum.” derken dişlerinin arasından tiz bi tıslama sesi eşliğinde aslında tehdit savuran bi panterden farksızdır. Açıklaması şudur: “Sana güveniyorum hadi bi hareketini göreyim bak nasıl yolarım adamı” Şüphenin bini bin para !( bu anlarda göz temasından kaçınılmalıdır.)

9_ Bazı kadınlar, yakın kız arkadaşlarının sevgililerini, müstakbel sevgililerini baş düşman olarak görürler ve alttan alttan işleme çalışmaları yaparlar. “ayy kız bu sanki biraz kepçe mi, bikaç yıla dökülür bunun saçları, boyu da kısa mı ne, asosyal gibi, sanki şaşı bakıyo” diye diye uzar bu liste. Her hareketiniz mercek altındadır ! Olur da ayrılırsanız o zamann arkanızdan neler konuşulur neleer.. O zaman cümledeki “gibi” ve “sanki”ler uçaar ve gider. Şöyle ki : “aman zaten kepçeydi, keldi, ezik asosyal, zaten şaşıydı allahın cücesi” şeklinde. Len alın asın adamı bi de camdan atın rahat edin emi !

10_ Bazı kadınlar sizi paranız için seviyor. Pardon paranızı seviyor olacaktı o.

Şimdilik bu kadar ve fonda “ Here comes the rain again.” çalar !

5 Şubat 2011 Cumartesi

Bilimsel(!) Evlilik Sitesi. İşte yüzyılın buluşu budur !




     “ Zengin içeriği, bilimsel alt yapısı ve eşsiz sistemi ile fark yaratan   Evlilikmerkezi.com’un üyelerine sağladığı diğer avantajlar ve sürprizlerden faydalanmak için tüm bekarlar siteye davetli...”

Gün geçmiyor ki bir zırva daha türemesin şu hinternet aleminde. Çöpçatanlık sitelerine diğerlerinden apayrı özellikleri, ayrıcalıkları ve bilimsel altyapısıyla(!) bir yenisi eklendi. Hepimize hayırlı olsun diyerek siteyi sizlere tanıtmayı amaç edindim kendime. Psikiyatrist ve aynı zamanda psikoterapist bir uzmanın engin bilgi ve birikimlerinin, bilimsel yaklaşımlarla yoğrulduğu rehber niteliği taşıyan, sanal ortamda gerekli tüm koşullar sağlanmak suretiyle bilimsel bilimsel evlenebilecekmişiz artık ! “Bilimsel evlilik sitesi”. Peki nasıl olacakmış da bilimsel verilere dayanarak evlenecekmişiz? İşte yüzyılın buluşu : erkek_ kadın çatışmalarını tarihin tozlu raflarına yollayacak dahiyane buluş ! Hiçbir telif hakkı istemeksizin sırf dünya insanlığına ve bilime katkım olsun diye beyan ediyorum efenim. Hayatımızı değiştirecek dünyaya hoş geldik, daveti geri çevirmek olmazdı !! Başlıyoruz öyleyse. İlk adım olarak tarafların kaynama noktaları hesaplanıyormuş ki istatistiklere göre hatun kişiler daha çabuk kaynıyormuş. IQ testleri sonucunda ileri zekalı bir tarafla, hayli geri zekalı diğer taraf çiftleştirilip ortalaması alınacakmış . Evrenin varoluşundan günümüze gelinişi baz alınarak denekler yaşadıkları coğrafya, beslenme kültürü, etnik köken ve yaşam alışkanlıkları çerçevesinde bir dizi teste tabi tutulduktan sonra uygun adaylarla karşılaşma imkanı bulacaklarmış. Tahlil ve tetkikleri inceden inceye yapılacak deneklerin yerçekimine yenik düşme süreleri taraflara bildirilecekmiş ki sonradan itiraz sesleri yükselmesinmiş. Sıkı bir cilde sahip olmak ve sarkmaları engellemek için krem, losyon ve organik duş lifleriyse sitenin hediyesiymiş.
    Kafa tasları ölçülen deneklerin sonradan etnik milliyetçilik kurbanı olmamaları içinse site birbirlerini görmelerini, iletişim kurmalarını engelleyecekmiş. Birer fasulye ve bir miktar pamukla çimlenme deneyi yapacak olan denekler buradan yola çıkarak ilişkilerinde olabilecek muhtemel pürüzleri önceden görüp, temkinli olabilecekmiş. Deneklerin birbirlerine karışması halinde su, süt, çamurlu su, yağlı su gibi madde dağılımının ve özelliklerin her yerde aynı olmadığı heterojen karışımlar mı yoksa her tarafında aynı özelliği gösterebilen tuzlu su, kolonya, sirke ve deniz suyu gibi homojen karışımlar mı olacağı bir dizi deneyle üstelik İsviçreli bilim adamlarının denetimiyle yapılacakmış. Homojen çıkmaları halinde bilimsel yöntemler kullanmak suretiyle keskin sirkenin küpüne zarar vermesi ve kolonyanın uçması engellenecekmiş. Heterojen çıkmaları halindeyse taraflara zaman verilmek suretiyle çamurun dibe çökmesi için sabırla beklenecek, yağın su üstüne çıkıp, üstünlük sağlanması engellenecekmiş.

    Yüksek bir binadan itinayla boşluğa bırakılan bir ton demir ve pamuğun ağırlığı, rüzgarın hızı da hesaplanarak bulunacak, pamuğun temsil ettiği hatun kişiyle, demirin temsil ettiği erkek kişinin anayasal ve sosyal eşitliği böylece kanıtlanacakmış. Tarafların fiziksel özellikleri, çocukken geçirdikleri hastalıklar, ailelerin hastalık hikayeleri ve çıkartılacak gen haritaları verileriyle titiz laboratuvar çalışmalarının neticesinde tarafların eşleşme ve çiftleşmedeki olası sonuçları ve uygunlukları belgelenecekmiş. Karakter analiz testlerinde üç yanlış bir doğruyu götürmediği gibi, karaktersizleri de deşifre edecekmiş bu testler. Son teknolojiyle üretilmiş yalan makineleri sayesinde ihanet riski ortadan kaldırılacakmış. Erkek kişilerin deri altlarına küçük bir operasyonla yerleştirilecek çip sayesinde doğum günü , bakışma günü, tanışma günü, koklaşma günü, kaynaşma günü, uzlaşma günü, gündönümü, aydönümü, yıldönümü, yoldönümü, kıldönümü gibi özel günler hiç unutulmayacakmış. Hatun kişilerin fazlaca ilgi, sevgi, pışpış ve pohpoh talepleriyse mucizevi haplar sayesinde makul düzeye indirilecekmiş.
   Vücut dili uzmanları tepeden inen bir lamba eşliğinde taraflara bilimsel ve zorlayıcı sorular soracak, deneğin yalan söyleme eğilimindeki ruh halinde kullandığı vücut dilini keseceklermiş. Hatun kişilerin beyninin “sorgulayan” erkek kişilerin “umursamayan” kısımları cerrahi müdahaleyle alınıp denge sağlanacakmış. Ücretsiz üyelik imkanı sağlayan site, üç ay içerisinde asil üye unvanını alan başarılı deneklere küçük Einstein heykelciklerinin iconlarını postalayacakmış. Bu pek muhteşem site sayesinde boşanma oranları çok azalacak, mutlu ve bilimsel evlilik müessesi kutsallığına bilimsel bir saygınlık katacakmış . Eee daha ne olsunmuş? Bilimsel mutluluğun adresi tam da bu siteymiş, İyi ki varmış, mış ,mış ,mış..“Uygarlığımızın geleceği bilimsel düşünme alışkanlığımızın gitgide yayılmasına ve derinleşmesine bağlıdır.” John Dewey " cümlesini kopyala_ yapıştır diyerekten sitenin en başına yaldızlı yaldızlı yazsalar ne de şık dururmuş , hadi şıklığı da kenara bırakalımmış, nasıl da bilim bilim kokarmış o site , Bilimsel evlilikçilerin, vücudunun büyük bir kısmı suyla kaplı olan insan kişilerin dolunayla olan psikolojik bağları ve suç eğilimleriyle, aynı dönemde okyanusların gel_git hadisesi arasında bağ kurmasını nasıl da cani gönülden dilermişim, hem bilimsel bir saptama, pek sulu olsa da.. Saçmalığın sınırını zorlamak bir emek sarfiyatı mıdır yoksa boşlukta asalakça gezinmenin kanıtlı hali midir? Yoruma açık..

Rahat uyu Defne Joy, bu ülkede ne kadar imkansız olsa da !

  Ne kadar çok söyleyecek sözünüz varmış arkadaş ! Ağzınızdan köpükler saça saça, pis kokular sala sala mahkemenizi kurdunuz, hepiniz avukat, hepiniz hakim oldunuz, alın yerden yere vurun henüz bedeni soğumamış genç bir insanı..  "cık cık ne işi varmış gecenin vakti orda, tüüüü ne de rezilmiş, bebeği de varmış hiç yakışmış mıymış ah ah vah vah, içki de içmişş vaaaay anam babam"  "su testisi su yolunda kırılırmış" bak sen bak işe !    Aman aman nasıl namuslu kesildiniz nasıl da mağrur birer kulusunuz tanrının ! Hani vardır ya gelenekte, örf adette ölünün arkasından konuşulmazdı ya yook doyacak gibi değilsiniz Defne'yi mezarından çıkarıp bir de assanız rahat eder, tatmin olur musunuz ki acaba ahlak timsali yurdum kadın ve erkekleri ?
     Aydın geçinen lümpen, popüler kültür şakşakçısı, şimdinin namus bekçisi Hıncal Uluç : yahuu sen o kıh kıh gülmelerinle, kızın yaşındaki çocukları yatağına atıp sonra ünlü edişinle, birtakım medya patronlarının sırtını sıvazlamasıyla sözüm ona bilirkişi ilan edilmiş bi adamsın ötesi de yok ki, Aydınsın (!) ya hani, bu nasıl bir ötekileştirme, bu nasıl bir cinsiyet ayrımcılığı?  Olayın iki kahramanı var: bir kadın, bir erkek.. Erkek kişi "kerata" kadın kişi "kevaşe" . Böyledir değil mi zaten?Uluç'un hadiseye yaklaşımı zihninin nasıl işlediğini nasıl da güzel yansıtmış."Vayyy koççum benim beaaa kerata seniii, aslan bu aslan, bak abisi sen kadını götür evinee valla kerata, gel bakim amcana geel" amaa diğer taraftan bir kadın "bekar evi"nde bir kadın !! amanın daşlar yağacak başımıza !Şimdi Uluç empati yeteneği çok gelişmiş, analiz yeteneği de süper bi abimiz ya , işte Defne'nin eşinin yerinde olmak istemezmiş ya, acaba kızın yaşındakilerin babasının yerinde olmayı düşünmüş mü hiç ? hani duyarlılık,ahlak akıyor ya eteklerinden o bağlamda yani!
 Diğer taraftan da Akit yazarı Serdar Arseven bir diğer namus bekçisi, büyük müslüman .. gözü dönmüş halde nefes nefese bi yazı döktürmüş. Defne'yi yerin dibine sokup sokup çıkarttıktan sonraa gelmiiş asıl kuyruk acısının noktasınaa  ve demiş ki :
"Evinde öldüğü oğlanla o gece tanışmışlar...Ve ilk geceden "oğlan evine" gitmişler!..Türkiye laiktir laik kalacaaaaaaaaaaak!"  Haydaaa !  Şimdi ahlaksızlığın  temeli laiklik ya hanii, yine bir Akit gazetesi yazarı çocuk tacizcisi Üzmez laik miydi de, çoluğa çocuğa salyasını akıta akıta arzular besledi Sayın Arseven? Peki bilmiyor muyuz  kendine müslüman diyen hocalarınızın gencecik kızların  "kedi canlarını" yemek için can attıklarını? Bu adam laik mi? Hayır !!  Neymiş yani? Vicdan, ahlak gibi kavramlar belli grupların, siyasetin falan kontrolünde değilmiş. Yaşanan acı olayı laikliğe, çağdaşlığa mal edip,  reyting toplama çabasına giren , diğer taraftan yazısında "kahrolsun reyting, kahrolsun popüler kültür" diye haykıran Arseven'in nedir bu  yaman çelişkisi?  
   Bitmemişş,  yetmemişş bir dee caanııı başbakanına da tüm kalbiyle katılmış şu cümleleriyle :"Kahrolsun tıksırıncaya kadar içenler değil de..."Tıksırıncaya kadar içmeyi" tavsiye edenler! “Gelelim Sayın(!) Arseven'in çağdaşlığa da, laikliğe de, dolaylı olarak Atatürk'e de hakaret ettiği, burun deliklerinin açılıp, açılıp kapandığı, yazdığı esnada ağzının kuruduğu satırlara:Kahrolsun laikliğin böylesi!..Ve kahrolsun çağdaşlığın!..Yazıyı 10'ncu yıl marşı ile bitireyim mi!..Evvvetttt!..Aynen öyle...Çıktık açık alınla!.."  10.yıl marşıyla da yazısını bitirip, sağlam laf koyduğunu sanan, düşünmekten aciz şahıs  nasıl sancılar çekmiş yazarken, içinin pisliği nasıl kaleme vurmuş ve o kendini  aydın, entelektüel sanan Uluç'la aralarında nasıl da zerre kadar fark yokmuş ! Gencecik bi insan öldü. Birtakım temiz, hatasız kullar kılıç kuşandınız. Kustunuz, arındınız, oh ne de güzel rahatladınız.. Ne kadar namuslu, ne kadar da AK paksınız! Şimdi ağzınızı göğe doğru açın, sivri dişlerinizi parlata parlata bekleyinn bakalım sırada hangi kurban var ağzınıza düşecek ve çiğneyip çiğneyip tüküreceksiniz, ve ne yazık ki bazılarının gözünde  yine siz "namuslu adam" olacaksınız !!
Rahat uyu Defne Joy..
...