19 Ekim 2010 Salı

Muhabbet doyulmaz bir pınar imiş.


  

   Film  izlemeyi herkes sever. (bodozlama !) Herkeslerin bi kahramanı olur filmde. Olmuştur, olacaktır da. Ne ilkiz, ne son olacağız bu hususta.

( Pek severim bu içi boş, felsefik kılığa sokulmaya çalışan cümleyi.. "Ne ilkiz, ne de son olacağız ."pehh peh peh. ) Hah demem o ki, herkeslerin bi rol modeli, kahramanı vardır filmde, ki sektörde bundan götürür zaten parayı. Hatun kişiler ancelina dudaklı, ketrin zeta cons popolu, culya rabırts ağızlı olmak isterler. Olmak istedikleri kadın değişir tabi sürekli. O dönem hangisi tavşan gibi ardarda film doğuruyorsa artık.. Kader, kısmet bu işler.

 Diğer taraftan er kişilerce içten içe kıskanılan yumurta bired, üvey çocuk ilan edilmişken van dam olsun, rambo olsun işte ceki çen olsun erkekin gücünü, rüştünü beyaz perdeden dünyaya kanıtladıkça, izleyici koltuğundaki er kişiler göğüslerini öne çıkartmak ,göbeklerini içeri çekmek suretiyle "böbür, böbür" sesleri eşliğinde izlerler filmi pür ve dikkat işbirliğiyle.. Başı, sonu, konusu çoğunlukla aynı,, ters düz edilip tekrar çekilen holuvud mantıklı filmler bilinçaltlarımızda taslağı belli senaryolar kaydettikçe şöyle sıkıntılar çıkıveriyor ortaya: Adamın teki bağımsız, sanatsal, minimalist, Avrupa, Uzakdoğu yapımı bi film izlerken ( Es kaza, kız arkadaş baskısı) " Leynn ne sıkıcı film hani düşen uçak yok, kaçan hırkız yok, ekşın yok baba yaa." diye isyan ederken diğer taraftan diğer adamın teki de " O çekik gözlü adamların filmi ne sıkıcı la, gonuşmuyolar hiç, kapatın "zor ölüm"ü açalım bıdı bıdı" diye isyan bayrağını çekerler.

    Şimdi burdan" Holuvud filmlerinin hepsi boktandır, seven adam da malın tekidir." sonucu çıkmasın. Yalnız şu gerçeği yadsımamak gerek ki ticari kaygının ön planda tutulduğu, büyük bütçeli, içi boş filmler bolcadır holuvudda. Zenci soslu, beyaz kahramanlı,kadın butlu, polisiyeli, şaibeli, yamalı  aşk hikayeleri daha uzunca bi süre gişe yapacak o da ayrı bir realite. Neyse de efenim güdümlü beyinlerimiz ve zevklerimizle mutluysak sorun yok zira çemberin dışına taşınca pek eğlenceli olmuyor mevzu. Lafı gelmişken sanat (!)şakşakçılarını da seviyor değilim.  Senaryosu berbat, oyunculukları beş para etmeyen bi bağımsız yapım, yönetmeni de zamanın solcusu şimdinin lümpeni falan.. Mesela böyle bir filme sanatsevici, pipolu, ressam şapkalı amcalar ve menapozun eşiğindeki kısa kızıl saçlı, sigara tiryakisi teyzeler :" Şaheser" yorumu yaparlar. Hadi ordan !  Ya da 25 dk bir adamın arkasından tin tin giden kamera için " öhömm üstadım yönetmen burda karakterin içdünyasındaki karmaşayı ve yalnızlığını pek güzel betimlemiş, mır mır mır mmm" Yok arkadaş yahu, 25 dk adamın kıçını izledik burda ! Kıç da kıç olsa hani, çöp torbası gibi görüntü.. Amanın çok dağıttım, parçaladım ya ben konuyu. Diyorum ki efenim özetle: sunulan popüler kültür kapsüllerini yutar, üstüne de su içersek mutluyuz da işte düşününce, ucundan hadsizce eleştiri yapınca cevabını alamayacağımız sorular sormuş oluyoruz ve hatta bir tanesini şimdi huzurlarınızda internet boşluğuna bırakmak üzereyim..


Beyaz gömleğin kerameti nedir?

 Muhabbet bağından çıkan hatun oyuncunun değişmeyen modası : beyaz gömlek. Al sana değişmeyen, gelişmeyen holuvud klişesi. Filmin başından beri bir şekilde aşk yaşacaklarını adımız gibi bildiğimiz beybi feys abiyle, hoş sedalı apla işi pişirirler böyle filmin ortalarında ya da sonuna doğru.  İyidir, hoştur. İşte ateşle barut yanyana durmamıştır, Eee gençlerin de kanı kaynamıştır bi oynaşma, kaynaşma vuku bulmuştur. Akabinde gece bitmiş, sabah olmuştur. Kahvaltı için ekmek kızartan, golden köpeğin gıdısını gıdısnı seven, bir kolunu kapının eşiğine dayayıp yandan yandan er kişiye cilvelenen hatunun üstünde hep tek tip bi kıyafet vardır. Kadınlar, roller değişir. Değişmeyen tek bir şey vardır: Beyaz gömlek: er kişinin beyaz gömleği ! Uzun kollu, kolalı, kırışıksız beyaz gömlekle er kişinin arkasından gizlice gelip gözlerini kapatan hatunu gıdıklar erkek, Böyle evin içinde koşuşmalar, kaçışmalar sonra hopppaa muhabbet bağına tekrar. Tam da bu noktada bir sorum daha olacak benim. Buyrun efenim:

O beyaz gömlek hiç mi kırışmaz?

  Anladık Holuvutça seviyosunuz sabah sabah beyaz gömlekli gadın fantezisi. Peki hiç mi kırışmaz bu gömlek? Hani onlar muhabbet bağına girmeye ramak kala abla çözer düğmeleri de yere atılır gömlek? Kalkıp da askıya asan olmadığına göre, sabahın köründe  apla ütü yapmayacağına göre zannediyorum “dertsiz masa örtüsü” kumaşından imal ediliyor olmalı özel beyaz gömlekler. Sanat işi emek işi ne de olsa ! Son bir sorum daha olacak hakim bey…

   Beyaz gömleği olmayan adamın hali nicedir?

  Hayat sadece ev yapımı baklavalarıyla arz_ı endam eden esas oğlana, beyaz gömleğinden ak gerdanı can yakan esas kadına mı güzelmiş ? Yani şimdi bu holuvud filminde muhabbet bağına girmenin üniforması mı varmış? Demek ki neymiş efenim? Holuvud sahnesinde kamera “ekşın” dediği vakit üstünüzde beyaz gömlek yok ise unutun o ancelina dudaklı, meg rayn bukleli, ketrın zeta cons popolu, cenıfır Lopez kokulu gadınları..Şunu bilin ki: Anacığının elcağızlarıyla, gözünün nurunu döke döke ördüğü süveterle çekiciliği kaybolmaktadır genç adamların. Bisiklet yaka, kırmızı tişörtlü, gözlüklü adama selam vermez o gadınlar. Üstünde “New York” yazan kapşonlu tişörtlü ergen kılıklı adamlardan bahsetmiyorum bile. İşin sırrı “beyaz gömlek” te.  Aklınıza yazın bunu yurdum erkekleri, yarın bugün o taraflara yolunuz düşerse kolalı üç, beş beyaz gömlek tıkıştırın bavula. Hayallerde kalmasın film gibi aşklar, o güzelim  gadınlar.  Neyse bitti bu yazı.. Laf aramızda arada bir “ay si det pipıl” lan..

Şimdilik bu kadar ve fonda " Frank Sinatra_ come fly with me " çalar !

25 Eylül 2010 Cumartesi

Biz üç kişiydik: yoğurt, ben, süzme

Dün bi hevesle taktım çantamı koluma pazarın yolunu tuttum karıştım kalabalığın arasına. Çocuğunu, eltisini, yengesini kapan gelmiş pazar meydanına. Ellerinde büyük büyük cüzdanlar kıyasıya pazarlık hali. Bi yandan fonda şöyle bağrış çağrışlar duyulmakta ki pek keyifli, pek yaratıcı: "Gel abla böyle fiyata yok böyle fiyakalı çanta!!" " 2 liraya penye abla geel, giymezsen yer bezi yap." Kalabalıkta birbirini iten kadınların arasına sıkışıp tezgaha bakmaya yelteniyorum ama ne mümkün! İttikçe itiyorlar. Üstüne bi de kavrulmuş soğan,ter kokusu da uzaklaştırıcı silah misali burnuma hücumda. Yılmıyorum.Elimi şansa uzatıp bişi çekmeye çalışıyorum aradan hani giymezsem yer bezi yaparım hesabı. Hemen yanıbaşımdaki şişman teyze çekip alıyor elimden. Pazar maceramı bu yenilgiyle bitirecek değilim ya ilerliyorum.Böyle köy yumurtasıdır efenim yağdır, yoğurttur satan abinin önünde duruveriyorum. Mis gibi süzme yoğurdu tattıktan sonra hemen alıyorum tabi. Kahvaltıda ekmeğin üstüne sürer sürer yerim napimm penyeyi diye avutuyorum kendimi.
Öyle sağa sola amaçsız bakındıktan ve ikizlere takkeci abiyle koyu bi sohbetten sonra alıp başımı gidiyorum eve. İlk iş aldığım süzme yoğurdumu bi kaba yerleştirmek. Hani küçük şeylerden mutlu olma felsefesi var ya ben sanırım çok abarttım bu mevzuyu. Arkadaşım gelirgelmez çocuklar gibi şen edalarla dolabı açıp süzme yoğurdumdan tatsın diye yoğurt kabını tam göz hizasında mucizevi bi icat gösterecekmişçesine "da da da taam" diye açıyorum. Sulanmış! Süzme yoğurdum bildiğin cacık olmuş. Eee bozuluyorum haliyle. Kapatıyorum kapağı bi hüzünle.
Gece vakti acıkıyoruz ( sonu ne olacak bu işin ?!) Tepsiye dizdiğim peynir, zeytin ve salam kardeşlerin yanına yoğurdumu da koyuyorum. Yahu karıştırıyorum sallıyorum, suyunu gidip döküyorum yok arkadaş, bildiğin cacık olmuş süzme yoğrudum!! Ekmeğe sürmeye çalışıyorum dökülüp saçılıyo falan. Sinirlerim hayli geriliyor haliyle. Söylene söylene geziyorum evde" yok ben o adamı gidip bulurum ama böyle süzme yoğurt mu olur yaa! "diye. O moral bozukluğuyla abimin yeni aldığı büyücek monitöründeki film keyfi teklifini kabul etsem de uykuya yenik düşüyorum oracıkta. "Yok yook erkek milletine güvenende kabahat! bak yoğurtçusu bile kandırdı uleyn beni" fikrinin musallat olduğu rüyalar bile görmüşümdür de hatırlamıyorum. Abimin alnıma parnağını vura vura "uyudun mu dodi" sorularıyla yeşil hatunun uyanmasıyla yatağımıza gidiyoruz ki hala içimde bi hınç bi sinir..
Öylece uyuyorum, öylece uyanıyorum..Günaydın çiçek, böcek, evren falan filan derken kafama balyoz iniyor! Süzme yoğurt ! Çoktan ayran olmuştur kılıksız! Kahvaltı sofrasına koyuyorum kendisini. Kapağını açıyorum isteksizce. O bana bakıyor ben ona.. Onu ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. Bembeyaz bir tereyağı gibi.. susuz.. mağrur ve gururluydu o an. Sonra noldu ? Baktı artık birbirimize aitiz, saldı suyu, önce caccık oldu sonra ayran. Bu kadar kolay oldu işte ! Daha ne uğraşacaktı kendini sevdirmeye !Bu hazin aşk hikayesine üçüncü bir el karıştığını nerden bilirdik ah ah eyvah ki ne eyvah ! Her şey yanlış anlamamdan ibaretmiş. Oysa sadıkmış aşkımıza süzme, tüm süzmelik bendeymiş ah ah ! Sır perdesi babamın "yoğurdun masada ne işi var?" temalı sorusuyla aralandı.( kimseler yoğurt yemez kahvaltıda) Buğulu gözlerimle babama dönüp "dün aldım ya hani, süzme yoğurt, sulandı ama.." diyorum suçlu suçlu. Gülüyor babam. Buzdolabını açıp aynı saklama kabının bir küçük boyunu göz hizamda tutup, gelip masaya koyuyor. Süzme yoğurdum ! Sulanmamış, tam ekmeğe sürmelik ah nasıl gururlu ve beyaz. Nasıl haksızlık ettim ona, nasıl da sululukla itham ettim onu ! Annem ve yeşil hatun ekmeklerine iştahla sürerken süzmeyi " kekik de pek yakışır buna, kırmızı biber, baharat" diyorlardı bir ağızdan. Ses gitgide uzaklaştı. İç sesimi duyuyordum sadece: Asıl süzme ben miydim ne? :)

12 Eylül 2010 Pazar

Durup dururken

Eylülün tüm dinginliği işlemişken iliklerime ve dolanıp dururken zihnimde bu şiir uzun süredir yazmadığımı fark ettim "durup dururken" O zaman tekrar merhaba !


Durup dururken icimde bir şeyler kopup tikiyor bogazimi,
Durup dururken sicrayip kalkiyorum yarida birakip yazimi,
Durup dururken ruya goruyorum bir otelde, holde, ayakta,
Durup dururken carpiyor alnima kaldirimdaki agac,
Durup dururken bir kurt uluyor aya karşi bahtsiz , ofkeli , ac,
Durup dururken yildizlar inip sallaniyor bir bahcede,
salincakta,
Durup dururken mezardaki halim geciyor aklimdan,
Durup dururken kafamda bir guneşli duman,
Durup dururken hic bitmeyecekmiş gibi baglaniyorum
başladigim gune,
ve her seferinde sen cikiyorsun suyun yuzune...
Nazım Hikmet Ran

... REM_ Everybody hurts dinlenmeli..

9 Ağustos 2010 Pazartesi

bilmezmişim..

Ortasında.. kenarında, köşesinde bi durum.. Hani gece davetsiz bir misafir gelir de, isteksizce davet edersiniz ya işte öyle bir sıkıntı peydah oldu içime. Anlatacak herhangi bir şey yoktur ya da siz anlatmaya değer bulmazsınız herhangi bir şeyi ve tam da bu noktada anlatsam daha da anlamsızlaştıracağım herhangi bir şeyi.. Siz takılın şimdi..İzlemediyseniz "music within ve talk to her" izlenmeli. Bir de "need you now_ Lady Antebellum" dinleyiniz. Balkona çıkın, serin hava pek güzel.. hadi..

4 Ağustos 2010 Çarşamba

"biz üç kişiydik: ben, vantilatör, ben" episode 1_

Aile fertlerinin evi bırakıp da sulak yerlere kaçışının ilk gününde, zorla yataktan kalkıp güne başlayan bünyem sıcağın etkisiyle daha da bir dağıtıverdi evi. Ailesiyle yaşayan hatun kişiler, annesi pek titiz, düzenli hatun kişiler çok iyi anlayacaklardır beni. Toplanmamış yatak, orta yerde duran kahvaltı sofrası, o sofrada içilen türk kahvesinin tadı nasıl da güzelmiş böyle... Geceden kalan yarım şeftali hala odamda. Televizyonun yanındaki çay kaşığı ve şarj aleti pek uyumlu bir çift oldular. Kupanın dibindeki kahve sıvı halden katı hale çoktaan geçiş yapmış bile.Yalnız böyle dağıtırken ben evi, yürümeye meyledip gerdan kıvırıp, titreme hareketleri yapan cilveli vantilatörün beni kınadığı hissine kapıldım. "Off'laya puf'llaya" bi zahmet serinletiyor sanki beni. O da işine saygısından. Yoksa bana hayli gıcık. Kafasını sağa sola çevirirken yandan yandan bakıp" cık cık cık bir de hatun olacaksın utan be, zaten geç kalkttın, hala keyif peşindesin, evin haline bak, tüü sana" diye içinden geçirdiğine eminim ya da sıcaktan iyiden iyiye şizofrenik eğilimler gösteriyorum. Yalnızken niye fal kapatayım yoksa?
Acil durumlarda yapılması gerekenleri, canlandırmak suretiyle anlatan can babam ve evi temiz tutmam konusunda sıkı tembihler savuran can anneme "yahu yaşıtlarımdan evlenip barklanan, çocuk bakan var, siz de amma abarttınız mevzuyu" dediğimde babamın gülerek verdiği şu cevap : "Sen de yapsaydın, tutan mı vardı?" sözün bittiği yerdir a dostlar !
Doğalgaz kaçarsa, elektirik koşarsa, su taşarsa yapılması gerekenleri zihnime kaydettim. Çiçeklerin ne zaman sulanacağını not ettim. Evi düzenli tutma konusunda zamanla ilerleme kaydedeceğime inanıyorum. Vantilatörle aramızdaki bu gerginliği kahvaltı sofrasını toplayıp çözeceğim konusunda inançlıyım. Pek sıcak, gidin kafanızı suya sokun hadi...

Scorpions_holiday (akustik) dinleyiniz, çok manalı geliyor kulağa şuaralar.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

işte böyle..

Balkonumda yüzünü güneşe dönmüş sardunya, mutfaktan salınan enfes anne böreği kokusu, fonda çocuk sesleri, elimde kahvem, elimde hayat, "boşver" mişliğin derin huzuruyla şimdi başımı hafifçe eğip selamlıyorum dünyayı. Sırtıma yüklediklerimi bir bir yere bırakıp, varlıklarını bilerek, ağırlıklarını üstümden atarak yüzümdeki gülümsemeyi çiziyorum aynaya. Günaydın hayat!

1 Ağustos 2010 Pazar

...

Önce gözlerinden düşürdükleri aşkı sonra dillerinden düşüren zat_ı muhteremler bir müddet sonra orda burda virane bi halde aşk dilenir, tam kalp hizalarına "açım " yazan bi kağıt asarlarmış bi rivayete göre..

31 Temmuz 2010 Cumartesi

herhangi birileri

Masanın etrafında kararsız adımlar attıktan sonra usulca çekti sandalyeyi, sessizce oturdu yanıbaşıma. İkimiz de suçluyu aramaktan sıkılmıştık ve biliyorduk ki suçlusu yoktu bunun.. Konuşmaktan, anlatmaktan, dinlemekten yorgun düşmüştüm. Masaya dağılan külleri parmak uçlarımla toplayıp, peçeteye sildim. Elindeki çakmağı çevirip durmaktan vazgeçti, bi sigara daha yaktı, dumanı "oflayarak" havaya bıraktıktan sonra yüzüme baktı ilk kez görüyormuşçasına beni. Telefonu çaldı, çaldı, çaldı sustu. Kalkıp su aldı kendine, yarısını boşalttı lavaboya. Bi sigara daha yaktım, kulak hizamda uzunca bi süre tuttum, balkona gelip konuveren güvercine baktım uzun uzun, uçtu.. Ne konuşacaktık? Neyi anlatacaktım? Ya da anlattıklarını ne kadar umursuyordum bilmiyorum. Bekledim.. Mahçuptu, kafasını yerden kaldırdığı anlar, kibirliydi bakışları. Kalkıp su ısıtıcının düğmesine bastım. " Kahve ister misin?" dedim. Şımarık, umarsız çocuk edasıyla omuzlarını silkti: "İstemem."dedi. Bi süre rahatsız edici sesini dinledik ıstıcının. Kahvesi az, sütü bol kahvemi alıp tekrar yerime iliştim. "Çok kahve içiyorsun, uyuyamayacaksın yine."dedi mırıldanırcasına, sanki bana demiyormuşçasına.. Şımarık, umarsız çocuk edasıyla omuzlarımı silkttim. Biran önce gitsin istiyordum. Hiçbir şey demeden gitsin.. Saçlarımı tek hareketle topladım ensemde. Bir ses duymuşçasına kafasını kaldırdı, odayı süzdü biraz.. Gözleriyle karşılaşmamak için duvardaki saate mıhladım gözlerimi. Baktığım yere odaklandı o da :"geç oldu, gideyim ben" dedi. "Evet" dedim. "geç oldu, git sen artık." Saatten yere indirdi gözlerini, sallanıp duran ayağıma bi süre baktı: "Çok mu geç?" dedi. "Çok" dedim. Ayaklarını sürüyerek kapıya yöneldi, kapıyı açtı, kapattı, gitti..
... herhangi birileri...

"blackmore's night_ wish you were here" dinleyiniz..

29 Temmuz 2010 Perşembe

Haksızsam haksızsın de.

Karşınızda kendi haklılığını heyecan ve hırsla savunan bi bünye varsa ve "haksızsam haksızsın" de cümlesiyle gözlerinize dik dik bakıp cevap bekliyorsa yapılacak tek şey "haklısın abi" demektir. Çünkü bu cümleyi kuran insan haksızsa şayet bunu kabul edecek son kişidir o an.Yoksa bu cümleyi kurmaz öyle ya. Tutup da "ama abi şimdi sen de şurda hatalı davranmışsın, yapmasaymışsın keşke." kıvamında cümleler kurarsanız yayını gerip oku alnınızın ortasına nişan alır karşı taraf. Hiç gerek yok bulaşmaya bu durumda. Haksızsam haksızsın deyin :)

28 Temmuz 2010 Çarşamba

İpsiz Sapsız Adam

 
   Çok acaip şey şu popüler kültür ve sevicileri.. An geliyor rol model "ağır abiler", sevilesi ortam kurtlar sofrası, an geliyor rol model "ıssız adam" sevilesi lezzet havuçlu_tarçınlı kek. Bi film izledi bizim millet.. ah bi ağladılar bi dövündüler. Hatun kişiler dizlerine yatırıp masallar anlattılar er kişilere. İlişkide dikiş tutturamayan, doyumsuz er kişiler "ıssız adamım uleyn ondandır bu saplık" diye avuttular kendilerini. Peki kimdir bu yurdum deliganlılarını mükemmel(!) birer aşçıya dönüştüren, cd'ye küstürüp 45'lik sevdiren "ipsiz sapsız adam" ? Tanıyalım, bilelim.. Efenim tek eşlilik bünyesinde alerji yapan, bağlanamayan,çabuk sıkılan, grup aktivitelerinden keyif alan, 45'liklere hasta, kadın hassasiyetlerinde oldukça hassas, fevri ve aynı zamanda elinde papatyalar, kafa bi milyon sevdiceğinin kapısında belirebilecek gel_gitli gurme adam kendisi. Sarmaları sevdiceğinin boğazına boğazına "bitti" demek suretiyle dizen insan evladı aslında bir tokanın kırılan bardaktan "ce ee" diye yuvarlanışına içli içli ağlayabilen adamdır aynı zamanda. Esas oğlanımız Alper ve esas kızımız Ada'nın pek acıklı aşk hikayesi öyle derin yaralar açmıştır ki yurdum insanında, "ne ağladık ne ağladık" diye sinema tuvaletinde gözü yaşlı bir ablanın memnuniyetine bizzat şahit olmuşluğum var. Neyse de bakalım nasıl olmuş, ne olmuş ne bitmiş: Ada hatunu "ben bilirim erkekleri, uleyn hepiniz aynısınız, ciğerinizi bilirim " tribiyle filmin başlarında zor kadın imajı çizerken, İki 45'liğe, gurme Alper'in yemeklerine tav oluvermiştir ilk geceden, mavi mavi telaşlara düşüvermiştir sonra da, yazık.. Pek sevimli ipsiz sapsız adamla günlerini gün eden Ada hatunu, sıkıcı düğünlerde arz_ı endam bile etmiştir sevdiceğinin anasıyla. Neyse efenim günler su gibi akıp geçmiştir. Böyle aşık aşık, mutlu mesut kek yiyen çiftimiz için ayrılık çanları çalıvermiştir. Aşık ipsiz sapsız Esas oğlanımız Alper :" Ben seni hak etmedim, Sen daha iyilere layıksın." cümleleriyle güldürürken düşündürmüş, Esas kızımız Ada'nın "Biriniz de başka bir şey söyleyin be ! Karda donmak üzeresin, uyumak tatlı geliyor ama sen öldüğünün farkında değilsin" cevabı gönüllerde taht kurmuş, hatun izleyiciyi daha da gözyaşı seline boğuvermiştir. Derbeder esas kızımız, ipsiz sapsız adamın babaevine gidip, ıssız odayı koklayıp,yatağa uzanıp, yastığı usulca öpüp: " nasıl da terk etti uleyn beni" duygusuyla hırs yapıp bir de 45'lik çalmıştır sonrasında... Ah o son sahne o sahne !!! İpsiz sapsız adamla, esas hatun bir sinemada karşılaşırlar yıllar sonra dan dan dan dan !!( gerilim efekti) İpsiz sapsız adamın zihninden şunlar geçmektedir: "Hiç iyi değilim Ada, seni hiç unutmadım. Bunların olacağını hiç düşünmemiştim" bıdı bıdı bişiler işte. Esas kızımız Ada da "oo çoktan unuttum ki seni evlendim, barklandım çocuk yaptım hıh sana Alper" modlarındayken yalan söylüyomuş meğersem, hem havuçlu_tarçınlı keki en güzel bi şekilde yapıyomuş ipsiz sapsız adam. Gelgelelim ipsiz sapsız adamın mı tüm suç? Kötü adam mı kendisi? Değil yahu değil tabi. Aslında suçun büyüğü Ada hatununda ! " Sen dizime yattın, ben bir hikaye anlattım ve sen büyüdün." İyi halt ettin ! Yahu "anaç sevgili" olmayınız, olmayalım hatunceğiz dostlarım. Bırak anası dizine yatırsın, masal anlatsın, büyütsün. Sana ne ! Sen niye annesin bu ilişkide? Sonra adam kafada denklemi şöyle kurar sen öyle yaparsan : "Annem benim hep annem, ne yapsam, ne etsem, kırsam da döksem de kaybetmeyeceğim kadın, annem" eee napmış oldun sen? Anaç hallerle, tavırlarla aynı kategoriye ismini yazıvermiş oldun, al böyle isminin üstünü çizerler. Yapacak bişi yok. Ve hatta mevzu temelinde şöyle: Çocukken s.çtıktan sonra anne "bitti" diye seslenen erkek kişi büyüyüp koca adam olunca annesi kıvamında bir kadına da "bitti" diye seslenir, gelip b.kunu temizlesin diye. Yapmayın, etmeyin güzellerim "anaç sevgili" olmayın yahu ! Sonra "anlamazdın anlamazdın" diye ağlarsınız bak benden söylemesi.. !

Yazık..

Ankara'da bir halk otobüsü.. Durum içler acısı gerçekten. Yazı aynen şöyle: " Ön koltuklar gazi ve özürlü hamilelere aittir." Nasıl yani??? Ön koltuğa oturabilmek için gazi olmanız, herhangi bir engelinizin bulunması( hiç haz etmiyorum şu "özürlü" kullanımından!) ve aynı zamanda hamile olmanız gerekiyor! Ne koltukmuş arkadaş yaa...Kadınların askerlik yapmadığını, erkeklerin de hamile kalamadığını hesaba katamamış olan Türkçe "özürlü" çalışanlara selam olsun benden !
Unutmadaan.... Bir de şöyle bir yazıya rastladım yine bir halk otobüsünde: "İstemeden paso gösteriniz." Peki.. Öğrenci kitlesini isyana teşvik eden bu yazının beklentisi şu mu acaba ? Otobüse binip, biletçi amcanın önüne gelip duruverdikten sonra, "offf pufff" nidalarıyla cüzdanınızı açıp, arada yan gözle, sıkılgan edayla biletçiyi süzüp, pasoyu çıkarttıktan sonra, kafanızı iki yana "cık cık cık" sesleri eşliğinde sallayıp, pasoyu biletçi amcanın göz hizasında 2 ila 5 saniye kadar tutmanız ? Evet, yazı tam da bunu bekliyor! Napsın yurdum gençliği? Kimse "vay efenim gençler anarşik olmuş, nerde kalmış o eski adetler, hepsi de isyankarmış." diye bıdı bıdı yapmasın. Koskoca belediyeden daha iyi mi bileceksiniz arkadaş? Adam yazmış işte uyarısını.. Büyükşehir çalışıyor (!)

27 Temmuz 2010 Salı

Çevirmemeli kimi zaman !

Birçoğunuz dilini bilmediğiniz bir ezgide hüzünlenir,kimi zaman ağlar, coşar, pek eğlenirsiniz değil mi? Eğleniyor olma kısmında sıkıntı yok fakat hüzünlenip derin derin düşüncelere daldığınız, arkadaşınıza, sevdiceğinize büyük heyecanla dinlettiğiniz, dilini bilmediğiniz şarkılar düşündürüyor beni. O çok hüzünlendiğiniz, tekrar tekrar dinlediğiniz şarkılar ya şu kıvamdaysa ?! "manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış gördün mü, amanın yandım." Harbiden çok büyük yara alır o zaman o duygusallık.. Muhteşem keman geçişlerinden sonra ya anlatılan durum buna benzerse ? " Mısırı kuruttun mi, ambarda duruttun mi, deden çarık giyerdi, bunları unuttun mi?" Pek fena bir manzara gibi geldi bana bian, ki şu olay manzarayı daha da üzücü kıldı gözümde: Geçenlerde fotoğraf işi için bulunduğum düğünün birinde, takı merasimi için sahneye süzüle süzüle gelen çift çalan şarkının anlamını bilseler pek de hoşnut olmazlardı zannediyorum. (goodbye my lover, şimdi bile yazmıcam anlamını, gün gelir belki bunu okurlar, üzülmesin aşıklar, yazık :) O yüzden çevirmemeli kimi şarkıları kendi dilimize. Anlamadan dinleyelim.. Böyle iyi..

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Mütevazı müşteri velinimetmiş

Yurdumun konuşkan, girişken esnafından bugün "mütevazı" olduğum için ayakkabıyı çok taksitli ve özel fiyatlı aldım ! Fekat amca mütevazı olduğuma nasıl kanaat getirdi o kısmı hala muamma. Sıcaktan mayışmış bünyem, boş bakan gözlerim kendisine şöyle bir mesaj vermiş olmalı :" Çarık da olsa giyerim ağabey" :)

25 Temmuz 2010 Pazar

Hinternet

Sosyal paylaşım, kaynaşım, toplaşım siteleri fena halde çığrından çıktı gibime geliyor.. Habire video, şarkı, ileti falan paylaşırken insanlar hep bi yerlere mesaj kaygısı güdüyorlar sanki. Üstelik sanal racon bile var artık. Bağlantısını "beğen"meden "paylaş"anlara sinir olan, sitem edenler mevcut. İlişkilerin derin yaralarını açansa yine bu siteler. Eyvah ki ne eyvah ! " Bu kız kim? arkadaş olmuşsunuz!! " diyen bir hatun kişiyle" elalemin adamı senin fotoğrafını nasıl beğenir uleyn" diyen bir er kişinin sonu "arkadaşlıktan çıkar"a kadar gidiyor bu devirde. Yazık ki ne yazık. Bir zamanlar yurdum liseli gençleri kızın baba eve gelmeden arardı ev telefonundan, karışık kaset doldurup hatuna hediye ederlerdi. Şimdi "paylaş"a tıklıyorlar, sms atıyorlar. Yaşlandım ! Bu da en güzel kanıtı: eski_yeni kıyası.. eyvah ki ne eyvah !

Öyle değil böyleyiz..

İnsanlar yargılanmamak adına “öyle değilim” derken aslında “öyle olduklarını” açıkça beyan ediyorlar mı ne ? Farz_ı misal: “Şekerim ben dedikoduyu hiç sevmem ama bu Neriman Hanım’ın kızını her akşam beyaz bi bmw bırakıyo eve, bu kaçıncı ayöl , ne edep ne haya kaldı cık cık cık.”diye serzenişlerde bulunur bi bünye. ( Eş zamanlı olarak ağzına dolma tepiştiren, konuşmaktan da geri kalmayan bu “gün” teyzesi, ev sahibesinin havada dans edip yerlere düşüveren pirinçlere hışımla baktığının farkında mıdır ki acaba?) Örnekleri çoğaltacak olursak: İnsanlar izlediklerinden, dinlediklerinden neden utanır, saklarlar? Madem saklayacaklar neden izler ve dinlerler?Birkaç yıl evvelinde halk konseri kıvamında bir şenlik ünlüsü okulumuzu ziyaret etmiştir kendinisi İbrahim Tatlıses amca. Konser günü şahit olduğum, şahit olanların anlattıklarınca, okulumun güzide tiki ablaları pek derbeder olmuştur bu hususta(!)Dudaklarını büze büze “o ne yaa kıro adamın ne işi varmış bizim okulda, ıyyyy arabesk, bööğğğ , iğrenç yaaa, offf pıff , Serdar, Kenan gelseydi keşkeee” falan diye çeşitli sesler çıkartırken, kim bilebilirdi ki en ön sıralardan boyun ve gerdan kırmak suretiyle “beni benden alırsan seni sana bırakmam, yalnızım dostlarım” diye bağıra bağıra şarkılara eşlik edip, İbo amcamın şapiii, van tuu tiri forooo coşkusuyla coşacaklarını? Bir tek dileğim var neyseniz o olun leynn !!

kırmızı kurdela

Bir süredir kendi kendime " yahu ben de açayım bir blog, şöyle internet boşluğuna bırakıvereyim zihnimi" diyordum.. O gün bugünmüş. Öyle aman aman iddialarım yok. Bi yazı yazarım hayatınız değişir, analizlerim harikadır, bağımlı olacaksınız bana gibi gibi gibi.. Neyse de girizgahı çok uzatmadan kırmızı kurdelayı keseyim bari.. Hoşgeldim bakalım...