6 Temmuz 2013 Cumartesi

Tesadüf

 Şair : "Her şeyden biraz kalır./ Kavanozda biraz kahve/ Kutuda birkaç sigara/ İnsanda biraz acı." demişti,  ne de güzel demişti..! Söylenecek onca şey varken, ummadığım anda karşıma çıktığında, ona sadece tek kelimelik bir cümle kurabilmiştim, söyleyeceklerimin biraz'ı ona biraz'ı  bana kalmıştı böylece. Büyük bir inançla kanatlanıp bulutların arasına karıştığımda, sapanıyla gözüme nişan almıştı ve yere çakılmıştım. Rüyanın tam da bu yerinde yalanlarını örtbas ettiği perde yırtılmış ve  ruhunun edep yerlerini görmüştüm çıplak gözle, bundan sonra iyileşmesi için kanatlarımın"zaman" merhemini sürecektim uzun bir süre. Hayal edin, önünüze muhteşem sunumla gelen bir yemeği..  İştahla yiyip afiyetle sofradan kalkacakken tabağın dibine yapışmış bir saç telinin o yemeği nasıl iğrenç kılacağı konusunda detaylı bir tariflemeye gerek yok sanırım. İşte kelimenin tam manasıyla buydu onunla yaşadığım..  Korkunç bir  mide bulantısının bir müddet bedene hasıl olma durumu kaçınılmaz oldu haliyle. Ağzımdan köpükler saça saça nefret ettiğim adamı bir taraftan on sekizlik kız heyecanlıyla seviyor oluşumsa içinden çıkılmaz dehlizlere sokuyordu tabi beni. Aşkın doğasında bir sakinlik hali olmadığı gibi baştan aşağı arabeske batmış bir duygu olduğu konusunda ısrarcıyım. Ben de oturdum bir güzel yaşadım acımı, ağzım dilim, içim yana yana.. Derken o gün bugün görmediğim, sesini çoktan unuttuğum adam karşıma çıktı ansızın.. Sevdiğiniz biri ölünce ya da gidince ilk sesini unutursunuz, sesini alır ve gider. O, giderken benim de sesimi alıp gitmişti. Susmuştum. Ayrılığın üstünden hayli zaman geçmiş ve artık rüyalarıma geldiği gecelerden huzursuzlukla uyanmaz olmuştum.. İlk başlardaki kabullenmeme durumu zamanla yerini kanıksamaya bırakmıştı bırakmasına ama  öyle sessiz acılar yaşıyordum ki, suskunluğun verdiği yükle daha bir ağırlaşıyordu omuzlarım. Sessizliğim neden miydi? Savunulacak hiçbir yanı olmayan birine sevdalanmış olmak dostlarca lüzumsuz bir kahırlanmadan öteye gitmez  de o yüzden. Bu sebeptendir ki kimseye, kalp hizama elimi sürüp " İçim yanıyor içim! " arabeskine girmemeli, dik durmalıydım. Yanıyordu ama.. hem de nasıl ! "Gözyaşımda saklısın ağlayamam ben." diye şarkıya eşlik eden sesim yer yer hıçkırıklara boğulup çatallaşıyordu çoğu gece.  Avuçlarımda hala sıcaklığı vardı ve akşam olunca hüzünleniyordum ben yine ve kimseye etmiyordum şikayet, ağlıyordum ben halime.. Yaz sonuydu, aniden bastıran yağmurda sırılsıklam olmuş, şehrin en işlek caddesinden hızlı adımlarla ara sokağa sapmıştım, karşımdaydı ! Durduk, anlamsız bir halde yolun ortasında kalakalmıştık. Arkamı dönüp, koşarak uzaklaşma isteğime karşın bir adım bile atamadım. Şiddeti artan yağmurla akıp gitti iki damla gözyaşım, görmedi ağladığımı.. Bu saçma hale son vermek adına olmalı, o bana doğru yürüdü korkak adımlarla, geri adım attım refleks olarak.  Dudakları kıpırdıyordu karşımda ama sesi yoktu. Gözlerimi açmış ona bakıyor, duyamıyordum. Dudakları durduğu anlarda belli ki benden cevap bekliyordu fakat gözlerimi biraz daha açıp anlamsız bir ifadeyle karşısında dikilmek dışında bir eylem gerçekleştiremiyordum.  Ne kadar süre geçti bilmiyorum ve sonra  telefonumun sesi önce derinden sonra yüksekçe geliyor kulağıma. Ardından yüreğimin gümbürtüsünü hissediyorum.  Elimi çantama atıp bir müddet telefonu ararken ben, öylece beni izliyor.  Telefonu kulağıma götürüp ona fısıldar gibi "Üzgünüm." diyorum, gitmeliyim dercesine,   "Ben de.." diyor anlıyorum tek kelimesini dudaklarından okuyup. Mahçup bir sakinlikle yolumdan çekiliyor ve bu tesadüfi karşılaşmadan kaçarcasına uzaklaşıyorum. Biriktirdiğim uzun cümlelerimle anlatamazdım uzun uzun, ki anlatacak olsaydım da yine tek cümlem :" Üzgünüm olurdu sadece "Üzgünüm.."

2 Temmuz 2013 Salı

Hikayenin bir yeri..

Telefonuma gelen mesajla uyandım, saat henüz sabahın altısıydı. Kör gözlerle telefonun ışığına doğru uzattım elimi. "Aklında ne var?" yazıyordu, tekrar okudum bu sefer gözlerimi açıp. Yatakta hafif doğrulup, gece lambasını açtım, anlamlandırmaya çalışırken.  Sahi aklımda ne vardı? Hem ne anlamsız bir soruydu bu, hem de sabahın köründe ! Üç harfe dokunup "Hiç" yazıp gönderdim.  Çok geçmeden iki kelime düştü ekrana: " Sinirlisin hala." Nasıl olmamı bekliyordu acaba? Gecenin bir vakti kendince geçerli bir sebepten yolun ortasında öylece bırakıp gitmişti beni. Telefonu tekrar komidine koyup, ışığı kapattım. İlgi çekmeyi sever, umulmadık anlarda kafa karıştıran oyunlarını sergiler, bir de üstüne sanki bundan bihabermiş gibi ustalıkla inerdi her defasında sahneden. Ona kayıtsız kalamayacağıma emin ve güvenle atardı adımını. Odanın sessizliğini telefonun mekanik sesi böldü tekrar:  "Gelip alayım seni, kahvaltıda konuşalım bunu, yağmur yağabilir, sıkı giyin." diyordu. İnatlaşmadım.  Sabah serinliği yüzüme vuruyordu, yağmur atıştırmaya başlamıştı. Köşede bekliyordu beni, arabaya bindiğimde kuru bir selamlaşmanın ötesine geçmedi günaydınlar.  Radyonun sesini açtım: "Ne bileyim ben." çalıyordu, severdim bu şarkıyı. Her zaman kahvaltı ettiğimiz yerde bir müddet park yeri aradıktan sonra botanik bahçeyi andıran yolundan geçip, kırmızı piti kareli örtülü masalardan birine oturduk. Şehrin ortasında saklı bir bahçeyi andırıyordu burası ve  yeşilden birer perde gibi salınıyordu ağaçlar iki yanımızda. Pek iştahım yoktu. Önden sıcak ballı bir süt istedim. Yeni uyandığında şişen yüzü ona çizgifilm kahramanı sevimliliği katıyordu., göz ucuyla baktım yüzüne o menüye dalmışken.  Siparişi verip, yüzüme baktı: " Uzatma istersen, bazen sinirlerime hakim olamıyorum biliyorsun, sana denk geldi işte." dedi. "Neden aramadın, bir haftadır nelerle boğuşuyor olduğumu tahmin edebilirdin üstelik!" dedim dişlerimin arasından. "Biliyorum, hepsini biliyorum ama konuşmaya açık değildik ikimiz de, dinlemezdin ki hem." dedi kendinden emin. Alaycı bir tavırla alkış tutup: "Böyle durumlarda kaçmak en iyisi yani, bravo gerçekten tam bir yetişkine yakışır haller bunlar"dedim. " Anlamıyorsun." bakışıyla gözlerini devirdi. "Anlaşılacak neyi var?" dedi gözlerim.  İlk kavgamıza tutuşmamıza ramak kalmıştı.İtiraf etmeliyim bundan bile gizli bir haz duyuyordum. Birlikte yaptığımız herneyse büyük bir tutku ve merakla peşinden gidiyordum. Ellerini masada birleştirip konuşmaya başladı:  Daha fazla incinseymişim daha mı iyiymiş,  o an konuşmaya kalksaymışız her şey nasıl da berbat olurmuş haberim var mıymış, bazen kırılgan bir çocuktan farkım yokmuş ,bilmediğim şeyler varmış içini bunaltan ve bazen kabul ediyormuş kontrolsüz tepkiler verdiğini ama o an gitmesi tek çözümmüş, hem ben değil miymişim zamansız konuşmaların bazen asla uzlaşma imkanı olmadığını savunan, çok uzatmışım, hadi unutalımmış, yüzüm asıkken ne kadar da çirkinmişim öyle. Bir müddet konuşmadan tabaklarımıza yoğunlaştık. Derken, cebinden bir şey çıkarıyormuş gibi yapıp, elini yüzüme yaklaştırdı. "Gülümsemen bende kalmış." dedi. Gülümsedim istemsiz.  Bir de "öpücüğün tabi" dedi burnuma dudaklarını uzatıp. Sonra birden arkasına yaslanıp ciddileşti ve : "Sana her şeyi anlatacağım, sanırım artık hazırsın buna. Yalnız tek bir ricam var sakinliğini koru, anlatacaklarım bitene kadar ve sakın bölme, anlaştık mı?" dedi. Ani bir gürültüye maruz kalmış gibi irkildim ve "Ne oldu ki? Bir şey mi oldu? Neler oluyor ya?" diye atıldım. Sakinlikle:  "Hadi kalkalım, burası fazla kalabalık, biraz sabırlı ol, öğreneceksin "dedi soru işaretlerimi havaya bir bir asarak. Üstelemedim, yol boyu camdan süzülen yağmur damlalarını izledim daha fazla sormadan. Nereye gittiğimizi bilmiyordum, sevdiğim adamla ikinci kez tanışmak üzere çıktığım yolda, duyacaklarımı tahmin etmeye çalışmam nafile bir çabadan öteye gitmemiş meğer, bunu sonra öğrenecektim. Gözlerimi kapatıp yağmurun sesini dinledim. Az kalmıştı yolun bitmesine..



1 Temmuz 2013 Pazartesi

Sevi

Hadi bana şarkımı söyle diye mırıldandı kadın. Sesi de bedeni gibi cılızdı artık.. Adam kulağına eğilip : " Hiçkimsenin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktu, bütün güllerden derin, bir sesi var gözlerinin.." Kadın şarkıyı böldü, "Ölüyorum ben." dedi. Bunu hergün tekrarlıyordu adama: "Günaydın, seni seviyorum, teşekkür ederim, tatlı rüyalar kadar olağan kılmıştı bu cümlesini de.. Adam incitmekten korkttuğu kadına bu sefer sıkıca sarılıp: "Hayır..!" dedi hışımla ve şefkati devralan elleri kadının kar topunu andıran omuz başlarını sevdi ve tekrarladı: "Hayır !" Kadının acı gülüşü kırıldı gecenin karanlığında. Holden odaya akan ölü ışık gözlerine değdi adamın. Kadının saçsız başını öptü, öptü..  Yaşadıkları en tutkulu sevişmeydi bu. Beyaz çarşaflardan odaya yayılan lavanta kokusunu içlerine çektiler. Adam kadının anne olamayacak memelerine nefesini kattı, gözyaşlarının tuzunu öptü uzun süre. Perdeden odaya davetsizce sızan ayışığında saatlerce sarıldılar. Kuğu gibi uzun boynu, çocuk gülüşü ve narin bedeniyle dünyanın en güzel kadınıydı adamın nezdinde sevdiği kadın. Nefsini asla başka kadınlarla terbiye etmemiş, erdemle kadınını son anına uğurluyor, ellerinden kayıp giden sevgiliyi dingin bir isyanla son kez uyutuyordu kollarında. Biliyordu:  ölüyordu kadın. Yaraları her yerini sarmış, içinden sarmıştı zehir bedenini.  Bu sefer kadın kafasını göğsüne bastırdı adamın, güçsüz kollarını bedenine doladı. Yolculuğa az kalmıştı, o da biliyordu.. Bu bir veda seromonisi değil  ibadetti. Tanrı'ya son kez şükrediyordu belki de.Yüzünü yüzüne çevirdi adamın ve ağzından içti varlığını huzurla.. Korkmuyordu, onu teselli etmekti tek isteği.. Adamın saçsız başını parmağıyla işaret koyarcasına küçük bir dokunuşla taçlandırdı kadın. Saçlarını hastalığına hediye etmişti, sevgilisi de eşlik etmişti ona nezaketle.  . Kadın başını kaldırıp, tekrar "Ölüyorum ben.. ama mutlu" dedi dudaklarına uçucu bir öpücük kondurup, başını tekrar yasladı adamın göğsüne. "Yaşamın en büyük felaketi bu değil, nereye gittiğimi bilecek ve arkamdan gelmeyecek kadar asil bir aşık olacaksın, şimdi gözlerini kapat ve uykuma gel.. rüyamda sonsuz bir dünya sunacağım sana."dedi kadın. Adam sükunetle uydu kadına.. "Tatlı rüyalar sevgilim." dedi kadın ve sustu..ve uyudu..ve öldü..
             Biterken fonda müzik yoktu..