2 Temmuz 2013 Salı

Hikayenin bir yeri..

Telefonuma gelen mesajla uyandım, saat henüz sabahın altısıydı. Kör gözlerle telefonun ışığına doğru uzattım elimi. "Aklında ne var?" yazıyordu, tekrar okudum bu sefer gözlerimi açıp. Yatakta hafif doğrulup, gece lambasını açtım, anlamlandırmaya çalışırken.  Sahi aklımda ne vardı? Hem ne anlamsız bir soruydu bu, hem de sabahın köründe ! Üç harfe dokunup "Hiç" yazıp gönderdim.  Çok geçmeden iki kelime düştü ekrana: " Sinirlisin hala." Nasıl olmamı bekliyordu acaba? Gecenin bir vakti kendince geçerli bir sebepten yolun ortasında öylece bırakıp gitmişti beni. Telefonu tekrar komidine koyup, ışığı kapattım. İlgi çekmeyi sever, umulmadık anlarda kafa karıştıran oyunlarını sergiler, bir de üstüne sanki bundan bihabermiş gibi ustalıkla inerdi her defasında sahneden. Ona kayıtsız kalamayacağıma emin ve güvenle atardı adımını. Odanın sessizliğini telefonun mekanik sesi böldü tekrar:  "Gelip alayım seni, kahvaltıda konuşalım bunu, yağmur yağabilir, sıkı giyin." diyordu. İnatlaşmadım.  Sabah serinliği yüzüme vuruyordu, yağmur atıştırmaya başlamıştı. Köşede bekliyordu beni, arabaya bindiğimde kuru bir selamlaşmanın ötesine geçmedi günaydınlar.  Radyonun sesini açtım: "Ne bileyim ben." çalıyordu, severdim bu şarkıyı. Her zaman kahvaltı ettiğimiz yerde bir müddet park yeri aradıktan sonra botanik bahçeyi andıran yolundan geçip, kırmızı piti kareli örtülü masalardan birine oturduk. Şehrin ortasında saklı bir bahçeyi andırıyordu burası ve  yeşilden birer perde gibi salınıyordu ağaçlar iki yanımızda. Pek iştahım yoktu. Önden sıcak ballı bir süt istedim. Yeni uyandığında şişen yüzü ona çizgifilm kahramanı sevimliliği katıyordu., göz ucuyla baktım yüzüne o menüye dalmışken.  Siparişi verip, yüzüme baktı: " Uzatma istersen, bazen sinirlerime hakim olamıyorum biliyorsun, sana denk geldi işte." dedi. "Neden aramadın, bir haftadır nelerle boğuşuyor olduğumu tahmin edebilirdin üstelik!" dedim dişlerimin arasından. "Biliyorum, hepsini biliyorum ama konuşmaya açık değildik ikimiz de, dinlemezdin ki hem." dedi kendinden emin. Alaycı bir tavırla alkış tutup: "Böyle durumlarda kaçmak en iyisi yani, bravo gerçekten tam bir yetişkine yakışır haller bunlar"dedim. " Anlamıyorsun." bakışıyla gözlerini devirdi. "Anlaşılacak neyi var?" dedi gözlerim.  İlk kavgamıza tutuşmamıza ramak kalmıştı.İtiraf etmeliyim bundan bile gizli bir haz duyuyordum. Birlikte yaptığımız herneyse büyük bir tutku ve merakla peşinden gidiyordum. Ellerini masada birleştirip konuşmaya başladı:  Daha fazla incinseymişim daha mı iyiymiş,  o an konuşmaya kalksaymışız her şey nasıl da berbat olurmuş haberim var mıymış, bazen kırılgan bir çocuktan farkım yokmuş ,bilmediğim şeyler varmış içini bunaltan ve bazen kabul ediyormuş kontrolsüz tepkiler verdiğini ama o an gitmesi tek çözümmüş, hem ben değil miymişim zamansız konuşmaların bazen asla uzlaşma imkanı olmadığını savunan, çok uzatmışım, hadi unutalımmış, yüzüm asıkken ne kadar da çirkinmişim öyle. Bir müddet konuşmadan tabaklarımıza yoğunlaştık. Derken, cebinden bir şey çıkarıyormuş gibi yapıp, elini yüzüme yaklaştırdı. "Gülümsemen bende kalmış." dedi. Gülümsedim istemsiz.  Bir de "öpücüğün tabi" dedi burnuma dudaklarını uzatıp. Sonra birden arkasına yaslanıp ciddileşti ve : "Sana her şeyi anlatacağım, sanırım artık hazırsın buna. Yalnız tek bir ricam var sakinliğini koru, anlatacaklarım bitene kadar ve sakın bölme, anlaştık mı?" dedi. Ani bir gürültüye maruz kalmış gibi irkildim ve "Ne oldu ki? Bir şey mi oldu? Neler oluyor ya?" diye atıldım. Sakinlikle:  "Hadi kalkalım, burası fazla kalabalık, biraz sabırlı ol, öğreneceksin "dedi soru işaretlerimi havaya bir bir asarak. Üstelemedim, yol boyu camdan süzülen yağmur damlalarını izledim daha fazla sormadan. Nereye gittiğimizi bilmiyordum, sevdiğim adamla ikinci kez tanışmak üzere çıktığım yolda, duyacaklarımı tahmin etmeye çalışmam nafile bir çabadan öteye gitmemiş meğer, bunu sonra öğrenecektim. Gözlerimi kapatıp yağmurun sesini dinledim. Az kalmıştı yolun bitmesine..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder